Sanat, Resim, Sanat Dersi, Yetenek Sınavları, Güzel Sanatlar
Bir kompozisyonda kullanılan ögelerden birinin ya da bir grubun diğer ögelere göre ölçü, değer, renk, doku bakımından üstünlük sağlamasıdır. Her türlü egemenlik zıtlıkla sağlanır. Tasarımın esas düşmanı yeknesaklıktır. Gözlemcinin bir tasarıma ilgi uyandırabilmesi için hayalgücünü kurcalaması gerekir. Amaç dikkat çekmek ve bakan bireyde haz uyandıran bir düzenleme sağlamaktır. Bu bir kompozisyonda odak noktasının oluşturulmasını sağlamakla gerçekleştirilir. Son derece saf, soyut düzenlemelerde bile odak noktası bakan bireyin dikkatini çekecek; görsel heyecan uyandıracaktır. Birden fazla odak noktası, bir öge diğerinden ayrılırsa oluşur diyebiliriz.
* Ögelerin çoğu düşey olduğunda yatay formların bir kaçı düzeni keserse odak noktası oluşur.
* Ögelerin çoğu yaklaşık aynı ölçüde ve biri oldukça büyük ise bu öge görsel olarak önem kazanır.
* Ayırım yardımıyla odak noktasının oluşturulması; bu oluşum zıtlıkla, şiddet oluşturma diye de tanımlanabilir.
* Yerleştirme yardımıyla
* Beklenmeyen, ilginç ögeler dikkat çekerler.
* Ölçü büyüklüğü
- Renk yoğunluğu
- Doku yoğunluğu
Her yapıt bir dominant noktaya sahiptir genellikle.
Örnekler; Rembrandt, K. Kumaki ( fotoğraf ),
Denge değişik ölçüler arasında aranmalıdır. Resimde dengeyi dikey ve yatay çizgiler kurar. Denge salt çizgilerle değil, açık - koyu zıtlığıyla da verilebilir. Başarılı bir düzenlemede kullanılan ögeler birbirleriyle karşılaştırıldıklarından genelde bir denge hissedilmiştir. Bu denge biçim, yön, ölçü, aralık, doku, renk ile sağlanabilir. Görsel ağırlıkları olan ögelerin eşit dağılımının bir türü olan denge, tasarım ilkelerinden biridir. Denge zıtlıkla koşulludur adeta. Yeryüzündeki her şey zıtlıklar dengesine dayalıdır. İnsanın yaşamı ve kendisi dengeye dayalıdır. Dengesizlik her şeyi altüst edebilir. Çünkü dengesizlik bozukluk, yanlışlık demektir. Görsel uyarıcılık dengedeki doğruluk yada rahatsız edicilik sonucu oluşur. Gerek görsel gerek devinimsel gerekse sessel anlatımda dengenin sağlamlığı söz konusudur. Denge, formda, renkte, harekettte, açık-koyuda kendini gösterir. İki boyutlu düzenlemeye ait dengede daima ifadeyi sağ ve sol olarak ya da alt ve üst olarak iki bölüme ayıran düşey ve yatay eksen aranır. Denge simetrik ( bakışık ) ve asimetrik denge ( bakışımsız ) olarak ikiye ayrılır.
Devamını okua) Camiler
XIII. yy.'ın Selçuklu camilerinin çoğunda, kimi küçük ayrılıklarla, örtü düzeni, çok ayağa oturan şema uygulanmıştır. Dönemin ilk önemli yapısı XII. yy.'ın ortalarından kalma Konya Alâaddin Camii, iki ana bölüme sahip bir eser olarak karşımıza çıkar. Doğu yöndeki çok ayaklı düz damın aksine, batı yöndeki yine düz çatılı olan kısma geçmeden önce, mihrap önü kubbesinin arkasında bulunan bir eyvan (veya eyvana benzer bölüm), ile İran-Türk mimarisi ilişkileri öne çıkar. Abanoz minber, çini mozaik süslemeli kubbe ve mihrap, caminin mimari açıdan en ilgi çeken bölümleridir.
Eski Türkler'de resim sanatının doğuşu, bozkır kültürünün başlangıcına kadar geri gider. Proto-Türk devri ve Hun devrinde, Türkler için kendine özgülük yanı da olan resimden, daha doğrusu tasvir sanatından söz edebiliriz.
En erken devirlerden itibaren görülen kaya resimleri (petroglif), kaya ve mağara yüzeyleri üzerine yapılmışlardır. Bunlardan bazıları boya ile yapılmış, bazıları da kazıma ve çizme yoluyla gerçekleştirilmiştir.
Kaya resimleri, Orta ve İç Asya'da miladdan önceki bin yıllardan, M.S.14. ve15.yüz- yıllara kadar çok çeşitli konuları kapsar. Özellikle, erken tarihli örneklerde, av kültürü ve sembolizmini yansıtan resimler egemendir. Bu resimlerin bazılarında sembolik anlamları ihtiva eden "hayvan mücadele sahneleri"nin proto-tiplerini ve sonraki bazı örneklerini meydana getiren birbirleriyle mücadele eden hayvan figürlerine rastlıyoruz. Zıt kavramların mücadelesini (iyi, kötü, aydınlık, karanlık vb.) sembolize eden bu mücadele sahneleri, insan-hayvan mücadele sahneleriyle beraber, tarih öncesi devirlerdeki "hayvan-ata" inancı ve "hayvan biçimine girme" teması ile ilgilidir.
Seramikte kullanılan genel teknikler aşağıdadır. Seramikte güzel görünüm esas olduğu için teknikler oldukça kolaydır. Bu teknikleri uygulamak için gereken temel malzeme aşağıdaki gibidir;
Kil
Çalışma tezgahı
Cetvel
Bıçak
Tahta seramik aletleri
İki adet çıta
Temel tekniklere geçmek için aşağıdaki dersleri sırayla inceleyebilirsiniz;
1.Parmak yöntemi
2.Sosis tekniği
3.Plaka tekniği
4.Bordür yöntemi
5.Boyama ve fırınlama
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Özel Yetenek Sınavları Tarihleri, Sınav Takvimi ve Açıklamalar her fakülte için ayrı ayrı başlıklar halinde detaylı olarak aşağıda yer almaktadır:
TEŞBİH (BENZETME): Aralarında türlü yönlerden benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı daha üstün olana benzetmektir. Dört ögesi vardır. (Benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü, benzetme edatı).
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.
Benzeyen benzetilen benzetme edatı benzetme yönü
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Benzetilen benzetme edatı benzetme yönü
Askerlerimiz aslan gibi kuvvetlidir.
Benzeyen benzetilen benzetme edatı benzetme yönü
Arkeolojide kullanılan tarihlendirme yöntemlerini kabaca iki bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi; radyoaktif yöntemler, ikincisi ise, radyoaktif olmayan fakat başka periyodik veya sürekli değişimlere dayanan yöntemlerdir. Radyoaktif yöntemleri de yine kendi içinde iki ayrı bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi radyoaktif maddelerin miktarının zamanla azalmasına dayanan yöntemlerdir ki, bunlara örnek olarak Karbon 14, Potasyum Argon yöntemlerini gösterebiliriz. İkincisi ise, radyoaktiviteden dolayı çıkan enerjinin madde içinde biriktirilmesi olayına dayanır. Bu tür tarihlendirmeye örnek olarak da termoluminesans ve elektron spin rezonans yöntemlerini gösterebiliriz.
Radyoaktif olmayan yöntemlere gelince; bunlar da bir şekilde sürekli veya ritmik değişimlere dayanır. Örneğin, yerin manyetik alanının yön ve şiddetinin değişimi, yahut sürekli kimyasal değişimler gibi.
Radyoaktif tarihlendirme yöntemlerinin tümü radyoaktifliğin tabiatından dolayı mutlak tarihlendirme yöntemidir. Oysa radyoaktif olmayan sürekli ve periyodik değişimlerin çoğu doğal çevre şartlarına bağlı olmalarından dolayı, genellikle bağıl tarihlendirme yöntemi olarak kullanılırlar. Mutlak tarihlendirme yöntemi olarak kullanılabilmeleri için gereken şartlar için kalibrasyon eğrilerinin elde edilmiş olması gerekmektedir.
RADYOAKTİF YÖNTEMLER
Nokta, görsel anlatımın temel ögelerinden biridir. Objektif tanımı ile yer belirleyici bir işarettir. Görsel olarak nokta; bulunduğu yere göre küçük, merkezsel benektir. Bir nokta mekan içindeki ( uzaydaki ) bir pozisyonu ( durumu ) gösterir. İki çizginin birleştiği ya da kesiştiği yeri gösterebilir, bir düzlemin köşesini, bir işareti, bir yeri belirler. Nokta düzensizliğin içinde ilk düzen elemanıdır. Nokta, geometrik olarak görselliğin anlatımında çeşitli büyüklüklerde, boş ya da dolu yuvarlaklar olarak değerlendirilir.
Biçimi oluşturan elemanlardan biri olan nokta, düzen içersinde sözü bulunan bir elemandır. Noktanın yüzey üzerinde sayıları arttıkça etkileri de değişik olur. Tek başına durgunluğu ifade eden nokta çoğaltıldıkça giderek dinamizme, ritme ya da kargaşaya dönüşebilir. Noktalar yanyana geldiklerinde birbirleriyle ilişkiye girer, bu bağıntı bazen çizgiselliğe bazen de lekeselliğe dönüşebilir. Noktanın yanına ikinci bir nokta geldiğinde kompozisyon ilkeleri başlar. Nokta bulunduğu yer ve çevreye göre noktadır. Evren içinde dünya noktadır. Çok uzakta bir uçak ta nokta izlenimi verir. Renk olarak ta gri imajı verir.
Yağlı boya yapımı çok zor değildir. Sorun, pigmenti (yani toz halindeki boya maddesini) bezir yağı içinde sulandırmak ve mermer bir yüzey üzerinde ezmektir.
Eski büyük ustalar için güç olan şey saf ve kaliteli ürünler bulamak ve renk sabitliği, sertlik, dayanıklılık açısından güvenilebilir bir boya formülünü keşfetmekti. Her sanatçının kendi formülleri vardır. Leonardo da Vinci, çeşitli yağlar denerken, Dürer fıstığı yağını kömür filtresinden geçiriyor; Tiziano lavanta çiçeği esansı ve güneşte rengi açılmış haşhaş yağı; Rubens kopal reçinesi, haşhaş yağı ve lavanta çiçeği esansı kullanıyordu. Bunlar ev bunlar gibi birçok yöntem büyük ustaların çalışmalarında kendi özelliklerini katıyordu. Bu işlemler on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar sürdü. Endüstri devriminin sonunda ilk boya fabrikalarını da ortaya çıkardı. Bunların bazıları deneyimsizlik nedeniyle çok kötü nitelikli boya ve renkler yaptılar. Bu yeni tüp boyaları ilk kullanan Emperyonist ressamların çalışmalarında lekeler, giderek değişen renkler, sarıya dönüşen beyazlar, yeşillenen maviler, siyahlaşan kahverengiler, siyenalar vb. görülür. Bu çeşit felaketler, geleneksel boya yapımı yöntemlerine dönmeyi haklı çıkarabilirdi. Ama bir ölçüde bu talihsiz olayların da bir sonucu olarak çağdaş boya yapımcıları ürünlerinin kalitesini giderek yükselttiler ve eski büyük ustaların kullandığı hammaddelerden de daha kalitelisini kullandılar. Böylece sorun çözüldü.
Ebru kitreli su üzerine serpilen boyalarla bezenmiş kâğıt ve bunu hazırlama sanatına denir. İslâm bezeme sanatlarının hazırlanış tekniği itibariyle en cazibi ve süratli netice alınanı olan ebruculuğun menşei hakkında kesin bir hükme varmak mümkün değildir. Sekizinci asırdan itibaren Çin'de, on ikinci asırdan itibaren Japonya'da benzer teknikler kullanılarak yapılması, daha sonraki asırlarda Çağatay Türkçesi'ndeki "ebre" ismiyle Türkistan'da ortaya çıkışı, bu sanatın tarihî gelişimi hakkında az da olsa bir fikir vermektedir.
Türkistan'dan en geç on altıncı asır başlarında İpek Yolu'nu takiben İran’a geçişinde "ebrî" olarak adlandırılan bu sanatın, gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıması, buluta nispet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlılarda da revaç bulan aynı isim, Türkçe'de "ebru"ya dönüşmüştür. Hatalı olmakla beraber, kaşa benzer şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanat Farsça'da "kaş" mânasına gelen "ebru" kelimesiyle adlandırılmıştır.
Ebruculukta kullanılan boyalar, tabiattaki renkli kaya ve topraklardan elde edildiği için "toprak boya" adıyla anılır ve suda erimediği gibi yağ da ihtiva etmezler. Bundan başka bazı tabiî boyalarla da renk zenginliği arttırılır. Boyalar dövülerek ve taş üstünde biraz su ilâvesiyle "destesenk" denilen dış bükey bir el taşı ile iyice ezilerek kullanıma hazır hâle getirilir. Ebru yapımında gerekli olan ebru teknesi, kullanılacak kâğıdın enine ve boyuna uygun ebatta ve altı santim derinliğinde, tercihen çinko veya galvanizden yapılmış, dikdörtgen şeklinde bir kaptır.
Eskiden suyun dışarıya sızmasını önlemek üzere içi ziftle kaplanmış ağaçtan yapılmış tekneler de kullanılmaktaydı. Teknenin içine konulacak suya koyuluk ve yapışkanlık vermek, böylece serpilen boyaların teknenin dibine çökmesini önlemek için kitre kullanılmaktadır. Kitre, krem renginde düzgün olmayan plâkalar veya şeritler halindedir. Bir tekne kitreli su yaklaşık altı yüz ebru kâğıdı çıkarabilir.
Leonardo da Vinci (d. 15 Nisan 1452 - ö. 2 Mayıs 1519) İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltıraş, geometrici ve ressamdır.
En tanınmış yapıtları Mona Lisa (1503 - 1507) ve Son Yemek’tir (1495 - 1497).
Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıtlarıyla değil, çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir.
Leonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak İtalya'da, Floransa kentine bağlı Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi. Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının yerleşmesinden önce dünyaya gelmişti. Bu yüzden tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Eserlerini "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır.
Vaktiyle Göktürkler'in temel unsurunu teşkil etmiş olan Oğuzlar'ın (Oğuzlar, Müslüman olunca Türkmen adını aldılar) Kınık oymağından Dokak oğlu Selçuk ve torunları tarafından, Horasan'da kurulmuş olan devlet, Sultan Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah devirlerinde, kısa zamanda bir imparatorluk haline gelmiştir. Sultan Tuğrul Bey, 1040'da Rey şehrini merkez yapmıştır. 1157'de Sultan Sencer'in ölümünden sonra, 1193'e kadar İran'da Irak Selçukluları hakim olmuş, Sultan III. Tuğrul'un ölümüne kadar devam etmiştir.
1. Mimarî
a) Camiler
Koleksiyonculuktan müzeciliğe geçiş bilimsel etkinliklerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Koleksiyonların gelişmeleri ve yeniden değerlendirilmeleri, sınıflandırılmaları, belgelendirilmeleri ve korunmalarıyla, bireysel uğraş, bilimsel ve kuramsal bir çalışmaya dönüşmüş; toplumsal ve siyasal bilinçlenmelerin katkılarıyla kamulaştırılan koleksiyonlarla müzeler oluşturulmuştur. Kısaca ICOM olarak anılan Uluslararası Müzeler Konseyi'ne göre, Müze, kültürel değer taşıyan unsurlardan oluşan bir bütünü çeşitli biçimlerde korumak, incelemek, değerlendirmek, özellikle halkın beğenisinin yükselmesi ve eğitimi için sergilemek amacıyla kamu yararına yönetilen sürekli bir kurumdur. Çağdaş müzelerin ileriye yönelik eğitsel, araştırıcı, yaratıcı ve yönlendirici etkinlikleri nedeniyle günümüzde müze, toplumun bilimsel ve kültürel geçmişini yansıtan ve geleceğini biçimleyecek öğeleri araştıran, toplayan, sergileyen, belgeleyen, yaşatan ve yönlendiren yaygın bir eğitim kurumu olarak tanımlanmaktadır.
Devamını okuTürklerin çok değişik coğrafi koşullar, değişik kültür çevreleri içinde, uzun zaman aralığında oluşturduğu mimari eserler sözkonusu edildiğinde, Anadolu Türk Mimarisine özel bir yer ayırmak gerekir. Yakın zamana kadar, Anadolu Türk sanatı ve mimarisi konusunda araştırma yapanların büyük bir bölümü, bazı önyargılarla bu sanatı ve mimariyi İslam sanatı çerçevesi içinde sınırlı bir yere oturtuyor, oluşumunda katkısı olan öğeleri bu genel çerçeve içinde açıklamaya çalışıyorlardı. Bu tür yaklaşımların başlıca nedeni, Türk sanatı üstüne özgül araştırmaların sınırlı oluşu kadar, araştırmacıların önyargılarından da gelmekteydi. Oysa bugün aynı konuda oldukça yoğun çalışmalar yapılmakta, Türklerin sistemli bir gelişme sonucunda ortaya koydukları Anadolu Türk mimarisinin özgün karakteri açık bir biçimde belirlenerek, daha sağlam genel yargılara varılabilmektedir. Özellikle Türk araştırmacılar bir yandan ayrıntılarına kadar mimari ürünleri geniş yığınlara tanıtmaya çalışmakta, basamak niteliğindeki eserleri gün ışığına çıkarmaktadırlar. Bu tür malzemenin yanı sıra, eserlerin o ortamın siyasal, ekonomik ve sosyal yapısını da belirleyen çalışmaların sürdürülmesi sevindiricidir.
Devamını okuSanatta, plastik elemanların değişen uyumlu tekrarıdır. Ritm, bir sanat yapıtıyla aramızda psiko-fizyolojik anlaşma yaratmak için yinelen devinimler düzenidir. Bir sanat yapıtında hareketler önce duyuları sonra bünyemizi etkiler ve insan tümüyle bu hareketlere katılır. Yapıttaki devinimlerin izleyicideki bu yinelenmesi statiktir. Bunun için gözle görülmezler. Ama hareket düzeni bizi fazla duygulandırırsa irkilme,yüzünün buruşması yada yüz ve bedenin gevşemesi görülür. Psiko-fizyolojik anlaşma ancak hakim devinimlerle, kontrast devinimlerin düzeniyle sağlanabilir. Rahat, uyuşumlu bir düzen yaratabilmek için hakim devinimlerle karşıt devinimler arasında dikkati çekecek kadar bir farkın gözetilmesi gerekir. Bunları uygulama oranları sanatçıdan sanatçıya ve sanatçıların vermek istediği havaya göre değişir. Kontrast devinimlerle hakim devinimlerin oranı farklı olmalıdır. Ritmin Yapıtlarda dayandığı temel;harekettir. Yapıtlarda ışık, gölge, yarı gölge değişimleri devinimi oluştururlar. Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişikliği resme hareket kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler durgunluk, eğik ve kavisli çizgilerde hareket yaratır.
Devinim ikiye ayrılır.
1 - Doğal devinim ( Örn: Yontunun kendi hareketi )
Görsel tasarım ögeleri, görsel ilkeler yardımıyla yüzeysel ya da hacimsel olarak düzenlenerek zemin ya da şekil anlatımları oluştururlar.
Zemin anlatımı; iki boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Geniş - berrak alanlarla,
* Benzer ölçüde tekrar çizimlerle,
* Bir kompozisyonda şekil anlatımı verecek şekilde güçlü etki yapan bölgelerden arta kalan kısımlarla sağlanır.
Şekil anlatımı; üç boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Derinlikle
* Çizgisellikle
* Etkili çevre ya da güçlü çevre çizgileriyle sağlanır.
Derinlik; bir cismin üçüncü boyutunun yani kalınlığının anlaşılması, hissedilmesi ile etkinlik kazanır. İki ya da üç boyutlu cisimler yanyana durduklarında bize göre farklı uzaklıkta hissediliyorsa,bu biçimler ya da cisimler derinlik ifadesi verebiliyor demektir.
Değer derecelenmesi; cisimlerin renkleri, değer farkları, parlaklık ve matlıkları ya da dokuları derinlik ifadesi oluşturmada rol oynarlar.
* Sıcak renkli cisimler yakında,
* Soğuk renkli cisimler uzakta,
* Koyu tonlu cisimler yakında,
* Açık tonlu cisimler uzakta,
* Parlak cisimler yakında,
* Mat cisimler uzakta,
* Sert dokulu cisimler yakında,
* Yumuşak dokulu cisimler uzakta etki yaparlar.
On beşinci yüzyılın başlarından bu yana sanatçılar en çok yağlı boya resimler yapmışlar ve yağlıboyayı diğer tüm malzemelerden üstün bulmuşlardır. Yıllar geçip üsluplar değişirken, hiç sona ermeyen sanatta mükemmelliğe ulaşma çabaları, onları yeni arayışlara yönlendirmiş ve yağlıboya resim tekniğinin gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme sırasında yeni ifade biçimlerini ve teknik imkanları vurgulayan hayran olunacak büyük eserler yapılmıştır. Yağlı boya resim sanatının tarihi bu evrim tarihidir.
Yağlıboyanın Tarihsel Gelişimi
Jan van Eyck (1380-1441)
Yağlıboya ile resim yapımının Jan van Eyck tarafından bulunduğu söylenir, fakat yağlıboyanın bu büyük ressamdan öncede kullanıldığını biliyoruz. Ancak Jan van Eyck’ın bu tekniği olağanüstü bir mükemmelliğe ulaştırdığı kesindir.
Gölge oyununun çıkış noktası uzakdoğu, Çin olarak bilinir. Ticaret ve geziler sonucu Endonezya, Java ve Hindistan’da yaygınlaşan gölge oyunu mistik ve dinsel bir etkiye sahiptir.
Türkler Çin ile yakın ilişkileri dolayısıyla bu sanatı öğrenmişler ve kendi kültürleri doğrultusunda geliştirmişlerdir. Uygur ve Budist duvar resimlerinde görülen tasvirler Çin gölge oyununda da görülür.
Topkapı Sarayı Müzesi’nde eserleri bulunan Mehmet Karakalem çalışmaları da bunlara benzer örneklerdir.
Gölge oyunu tekniğinin Türk halk kültüründe ne zaman Karagöz adını aldığı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı Bursa efsanesidir. Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami’nin yapımında demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) çalışmaktadır.