Sanat, Resim, Sanat Dersi, Yetenek Sınavları, Güzel Sanatlar
Yaratıcılık, eleştirel bakmak, yeni önermelerde bulunmaktır. Daha önce aralarında ilişki kurulmamış nesneler yada düşünceler arasında ilişki kurulmasıdır. Alışılmışın, bilinenin dışında, farklı, yeni, özgün olmak, problemi görmek, farklı çözüm yollarından giderek yeni sonuçlar çıkartmaktır. Yaratıcılık dünyayı, kendimizi değiştirme eylemliliğidir. Sanatsal yaratma, değiştirme sürecinde öznel iç yaşantının farklı dışa vurumudur. İnsanın deneyimleri, duyarlılığı, algılama tavrı ile yeniden üretimi gerçekleştirmesidir. Rüyalar, hayal gücü, espri ve düşünsellik, dikkat, yargılama, uslamlama sonucu oluşturulan eylemde sonuca farklı yollardan ulaşmadır yaratıcılık. Yaratıcı insan, yaratıcı süreç içinde geçmişinden, entelektüel birikiminden, deneyimlerinden,algılarından, hayal gücünden yararlanarak, çevresini bu bağlamda değerlendirip aktarma yetisi çerçevesinde sezgi ve araştırma ile özgürce yaratıcı ürünler, yapıtlar oluşturur, farklı önermelerde bulunur. Bu nedenle mevcut olaylar, kuramlar yeniden ele alınır, ancak bakış açısı farklıdır. Gidilen yol orijinaldir. Varılan sonuç özgündür. Bu duyarlılık sürecinin sonucunda yenilik vardır.
Yaratıcılık sanat yapıtında olduğu kadar, bilimde ve güncel yaşamda da geçerlidir. Corbusier, “yaratıcılık sabırlı bir araştırmadır” demiştir. Bilgi ve deneyim birikiminden yararlanarak sentezleme sonucu yeni ürünler ortaya koymak gerekir yaratıcılık söz konusu olduğunda. Birbiriyle farklı olan, ilişkisi olmadığını sandığımız şeylerin ilişkisini kurmak ve yeniyi yaratmak gerekir. Matisse, “görmek yaratmanın başlangıcıdır” demiştir. Yaratma bir serüvendir, bir heyecandır, bir duyarlılıktır, kuvvetli bir hayalgücüdür. Bunun için de görmeyi bilmek gerekir.
“Zıtlık” değince aklıma ilk gelen “birlik” sözcüğü olur. Zıtlık değince hemen çağrışan “denge” sözcüğü yaşam bulur zihnimde. Zıtlık karşıtlığını içinde barındırır. Ve karşıtlığını doğurur.
Öğrencilerime bariz bir şeklide zıtlığı gösteren saydamları izletirken yaşamda zıtlık konusunda bana örnek verebilir misiniz, diye sordum. Söyleşilerde de çokça yaşanan derste de yaşanıyor. Soru soramamak ve konuşamamak ve de örnekleyememek. Soru sorulduğunda şaşkınlık yaşamak. Şaşkınlık zamanlarını geçirsinler diye erkek - kadın dedim. Arkası gelmeye başladı yavaşça. Islak- kuru, gece- gündüz, kapalı-açık, gibi…
Zıtların birliği, zıtların dengesi, her olay zıtlığını doğurur. Zıt gitme, zıddıma gidiyorsun. Zıtlık yapma. Ne kadar zıtlar değil mi? Kontrast olmuş-zıt olmuş. Yaşamda, dilde yerini alıyor zıtlık. Zıt derken dışarıda bırakılan aslında içimizde olan.
Çağ farkı gözetilmeksizin her döneme ait kazılar için geçerlidir. Buna karşılık tabakalanmanın temel ilkeleri hiçbir zaman değişmemekle birlikte, kazı yöntemleri kazılacak alanın özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. Sözgelimi günümüzde oldukça iyi durumda kalabilmiş kalıntıları kısmen toprak üzerinden de izlenebilen bir Osmanlı medresesinin kazısıyla, 7–8 bin yıllık üst üste tabakalaşma sonucu oluşmuş höyük türü bir yerleşme yerinin ya da altında mezar odaları bulunan Tümülüs veya kurgan denen tepelerin kazı yönteminin birbirinden farklı olması doğaldır. Tümülüs kazısıyla ilgilenen bir kazıcı tüm dikkatini bu tepeler üzerine yoğunlaştırır. Bu anıtta çoğu kez tek bir döneme aittir. Burada arkeologun ilgisi yalnızca mezar anıtının nasıl ve kim tarafından yapılmış olduğu üzerinde toplanmıştır. Buna karşılık bir yerleşme yerinin kazan arkeolog ise çok karışık sorular ve sorunlarla karşı karşıyadır. Çünkü burada birbiri üzerinde gelmiş ya da iç içe geçmiş düzensiz tabakalar söz konusudur.
İşte bu gibi durumlarda deneyimli arkeolog söz konusu ilkeleri kendine göre farklı biçimlerde uygulayarak sonuca varabilir.
Osmanlı Mimarları, geçmiş devirlerdeki Türk mimari ekollerinden farklı olarak mimaride, sadeliği ve mimarinin kendisinden doğan güzelliği tercih ettiler. Yapıların üstünü örtme konusunda özellikle kubbeyi uyguladılar. Düğer örtü sistemleri ikinci plânda kaldı. Osmanlı mimarisinde son derece çeşitlilik arz eden mimari tipler, o zamana kadar ulaşan mimari form ve plân anlayışını geliştirerek, geleneksel mimarideki birçok sorunu başarı ile çözdüler.
Osmanlılar, Türk dünyasının her tarafından getirttikleri mimarlara yaptırdıkları binalarda bütünüyle Türk karakterini yaşatmışlardır. Selçuk ve beylikler devirlerinde yapılan binalarla ve özellikle Karaman Beyliği eserleriyle, Osmanlılar devrindekiler karşılaştırılacak olursa, bu gerçek daha açık bir biçimde ortaya çıkar.
Osmanlılar dönemi Türk mimarisinin zaman ve üslûp açısından geçirdiği safhalar, başlıca altı devre veya üslûba ayrılır:
Fransa ve Almanya'daki Ampir üslûbundan oldukça farklı olan bu üslubun, Türklere has bir karakteri vardır ve Avrupa Ampir üslûbunda kullanılan stilize edilmiş hayvan figürleri Türk Ampir üslûbunda hiç bir zaman kullanılmamıştır.
Sultan II. Mahmut Türbesi, Cevrî Kalfa Okulu, Topkapı Sarayı'ndaki bir kaç pavyon hep bu üslûpla yapılmıştır. Fakat, Ortaköy Camii ile 1853 yılında Ermeni mimar Karabet Bal- yan tarafından yapılan Dolmabahçe Sarayı, Barok ve Ampir karışımım bir üslûpla inşa edilmiştir.
Ön kayıt
Tarih:
Sanat ve Tasarım Fakültesi Bölüm ve Programlarına
10 Ağustos 2009, Pazartesi
11 Ağustos 2009, Salı
12 Ağustos 2009, Çarşamba
13 Ağustos 2009, Perşembe
tarihlerinde mesai saatleri içinde(09.00 -12.00 ve 13.00-17.00)
Ön kayıt yapılacaktır.
•Adaylar en fazla 2 ayrı Programa ön kayıt yaptırabilir.
Adaylardan İstenen Belgeler:
•2009 ÖSS Puan Belgesi aslı ve fotokopisi,
Başvurularda;
° İletişim Tasarımı Programı için en az 250 ÖSS ham puanı,
° Bileşik Sanatlar Programı için en az 230 ÖSS ham puanı,
° Fotoğraf ve Video Programı için en az 230 ÖSS ham puanı,
° Sanat Yönetimi Programı için en az 230 ÖSS ham puanı,
° Duysal (Ses) Sanatları Tasarımı Programı için en az 230 ÖSS ham puanı
° Müzik Toplulukları Programı için en az 230 ÖSS ham Puanı,
° Dans Programı için en az 220 ÖSS ham puanı gerekmektedir.
•2 adet vesikalık fotoğraf (kurallara uygun).
Bileşik Sanatlar Programı:
Tasarım ve Çizim Sınavı: 24 Ağustos, Pazartesi, 10.00
Verilecek 50x70 cm kağıda, Sınav Komisyonu tarafından belirlenen bir
konuda çözümleyici, yaratıcı, tanımlayıcı, anlatımcı bir çizim yapılması istenecektir.
Beş üyeli Seçici Kurul tarafından 100 puan üzerinden değerlendirilecektir.
Fotoğraf ve Video Programı:
Başvuru
Yüksek Lisans programlarına başvurabilmek için adayların bir lisans diplomasına sahip olmaları ve lisans notlarının ağırlıklı ortalamasının en az 2.3 olması gerekir. İlgili Enstitünün önerisi ve Üniversite Senatosu´nun kararı ile bu puanlar yükseltilebilir ve programların özelliklerine göre farklı uygulanabilir.
Yüksek Lisans programlarına başvuracak adayların Genel Başarı Notu; lisans notlarının ağırlıklı ortalaması, bilim sınavı, dosya ve mülakatta alınan notların Üniversite Senatosu´nca belirlenen oranlardaki toplamından oluşur. Adaylar başvurdukları programlara, genel başarı notlarına göre sıralanarak kontenjan doluncaya kadar yerleştirilir. Ancak, bir adayın genel başarı notu sıralamasında yer alabilmesi genel başarı notunun en az 60 (altmış) olmasına bağlıdır.
Bu not Senato tarafından yükseltilebilir. Genel başarı notu eşit olanlarda lisans not ortalaması yüksek olana öncelik tanınır. Mülakata katılmayan aday başarısız sayılır ve sıralamaya alınmaz
(Yürürlükteki YTÜ Senatosu Kararına göre; 2008-2009 Eğitim Öğretim Yılı için Genel Başarı Notu:Lisans Başarı Düzeyi; %20 AGNO ile Bilim Sınavı; %25, Dosya; %25 ve Mülakat; %30 puan olarak hesaplanacaktır.)
Işığın kendi öz yapısına veya cisimler tarafından yayılma şekline bağlı olarak göz üzerinde yaptığı etkidir.
Çeşitli cisimlerden yansıyarak gelen ışınların görsel algı sonucu kişide oluşturduğu duygudur. Diğer bir deyişle renk Işığın cisimlere çarptıktan sonra yansıyarak görme duyumuzda bıraktığı etkiye denir. Güneşli bir günde renklerin daha parlak ve canlı olmaları, kapalı havada ise parlaklığını ve canlılığını kaybetmeleri ve olduklarından koyu görünmeleri rengin ışığa bağlı olduğunu gösterir. Işık olmadığı zaman herşey, şekil ve renk olarak karanlıkta kaybolur. Fizikçi Isaak Newton 1676’da, prizma yardımı ile güneş ışığının kırılmasını sağlamış ve renklere ayrışan tayfını net bir şekilde göstermiştir. Güneş ışığı bir prizmadan geçirilince 7 renk grubu meydana gelir. Güneş ışığında depo olmuş bu renkler bir eşya üzerine geldiğinde o cisim renklerin bir kısmını yutar, bir kısmını da yansıtır. Bu olayın sonucunda cisimler bize yansıttığı renkte görünürler. Güneş ışığındaki renk grubunun uçları birleştirilirse de renk çemberi meydana gelir.
Bir görme olayında :
* Işınların göze gelmesi --- Fiziksel
* Bu ışınların karşısında gözde ortaya çıkan işlemler --- Fizyolojik
1905 yılında İstanbul’da doğdu, 1938 yılında Paris’te öldü. Resim öğrenimine Almanya’da Berlin Akademisi’nde başladı. Sonra İstanbul’da İnas Sanayii Nefise Mektebinde Ömer Adil’in ve Feyhaman Duran’ın öğrencisi oldu. Maarif Vekaleti’nin bursuyla tekrar Almanya’ya gönderildi(1924). Buradan Fransa’ya geçerek, Paris’te resim çalışmalarını sürdürdü. Seramikçi İsmail Hakkı (Oygar) ile evlendi. Paris’teki Grande Chaumiêre atölyesinde çalıştı. Matisse ve Dufy’den dersler aldı. Yurda dönüşünde ^^Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğin^^nin çalışmalarına katıldı (1928). Bu topluluğunun Ankara (1928) ve İstanbul (1929) sergilerinde yer aldı. Bir süre sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yaptı. İstanbul’a döndü. Sonra da Paris’e giderek bu kente yerleşti(1930). Bir yandan yakalandığı hastalıkla mücadele ederek resim çalışmalarını sürdürdü. İtalya’daki Faşist yönetimden kaçan yazar Antonio Ariante ile birlikte bir süre ^^Jeune Europa^^ galerisini yönetti. Hale Asaf’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan resimleri dışındaki eserleri bilinmemektedir.
Devamını okuLeke Açık-koyu Artı-eksi alanlar.
Işık Dolu-boş alanlar Pozitif-negatif alanlar.
LEKE : Resim yüzeyi üzerinde boya ile yapılmış iz. Leke izlenime dayanan bir fırça tuşu halinde resimde yer alır.
LEKE : Resim sanatında yüzeyin homojen biçimde tek renk kullanılarak örtülmüş parçası.
LEKE : Bir sıvının bulaşmasından dolayı bir yüzey üzerinde oluşan renk değişikliği, çay lekesi, boya lekesi, vücudun herhangi bir yerinde görülen renk değişikliği yada benek.
LEKE : Bir sıvının damlamasından yada dökülmesinden yüzey üzerinde kalan, sınırları belli renk değişikliği. Belli renkteki bir yüzey üzerinde başka renkteki kısım.
Lekesel çalışmalardan örnekler; W. Baumeister, K.Malevich, L.Popoua, V.Doesburg, R. Motherwell...
Hiç noktanın yaşamınızdaki yerini düşündünüz mü?
Nokta düzensizliğin içinde ilk düzen elemanıdır. Yer belirler. Nokta, görsel anlatımın temel ögelerinden biridir. Tek başına durgunluğu ifade eden nokta çoğaldıkça giderek dinamizme, ritme ya da karmaşaya dönüşebilir. Noktalar yanyana geldiklerinde birbirleriyle ilişkiye girer. Yaşamda da böyle değil midir? “Bir elin nesi var iki elin sesi var”, denmez mi? İnsanlar yanyana gelince yarattıkları dinamizmle olumlulukta yaşayabilirler, olumsuzlukta. Önemli olan o birlikteliğin dönüştürme amacının iyi ve güzel olmasıdır. İşte yaşamın hareketi noktaya vurulduğunda, kağıtta düzene dönüştürülmesidir. Yani yaşam bulmasıdır. Önemli olan da yaptıklarınızın ve yaşadıklarınızın arasında bir denge kurabilmektir. Noktaya sanat, bilim, yaşam açısından bakalım. Hiç düşünmüş müydünüz? Evren içinde dünya noktadır. Uzaktaki bir uçan balon, bir uçak nokta görünümdedir. Ya da tam tersi uçaktan aşağıya baktığınızda, gördükleriniz noktadır. Durduğunuz yere bağlı görmek. Noktalar yanyana gelince çizgi olur. Hani insanlar elele tutuşup halay çektiklerinde yada bedenden duvar oluşturduklarında olan. Noktalar yanyana, üstüste, çapraz konduğunda lekeler oluşur. Fotoğrafta gren, yaşamda dokusal görüntüler oluşturur.
Siyasi nedenlerle Almanya’ya kaçan büyük flaman hukukcu olan Jan Rubens’in oğludur. Rubens, bir alman kasabası olan Westfalene bağlı Siegen’de 1577 yılında doğmuştur. Küçüklüğü yurtdışında geçen Rubens 11 yaşında 1587’de babasının ölümünden sonra annesiyle birlikte Anvers’e döner. Ünlü Anvers “latin Okulu”nda oldukça iyi klasik eğitim alır ve birkaç dil öğrenir. Avukat olmayı rededer ve ressam olmak isteğiyle ilk öğretmenleri Tobiak Verhaecht ve Adam van Noort’dır. Fakat memnun kalmaz ve Oto van Been atölyesini daha çok beğenerek orada eğitimine başlar. Öğretmeninin ressam olarak yetişmesinde çok büyük etkisi olmuştur. Van Been uzun yıllar İtalya’da yaşamış ve italyan ustalarını tanımıştır. Öğrencisine ilk olarak büyük dekoratif resme sevgiyi aşılamış ve aynı zamanda zor sanat olan figürtatif kompozisyonu öğretmiştir.
Rubens çabuk öğrenmiş ve birkaç yıllık yoğun çalışmayla “Anvers ressamlar birliği” (gilda) ona “usta” ünvanı ve kendi atölyesini açma izni verir. Fakat Rubens para kazanma yerine eğitimine devam etmek ister.
Siyah lekelerin beyaz kağıt üzerinde dengeli dağılması, siyah - beyaz çalışmayı oluşturur. Siyah çini mürekkebi ya da siyah guvaş boya ile çalışılır. Mürekkep sulandırılmadan çalışılır ve kağıt ıslatılmaz. Açık yerlerde doğrudan kağıdın beyazlığından yararlanılır. Koyu yerler mürekkeple boyanırken gri yerlerde çizgi kullanılır. Açık - koyu dengesine dikkat edilmelidir. Siyah kağıda beyaz guvaş ile de çalışılabilir.. Kolay ve zevkli bir tekniktir.
Bu teknikle çalışma yapan sanatçılardan birkaç örnek, Kandisky, A. Beardsley, K.Schmidt-Rottluff, E.L.Kirchner, A. Derain, F. Marc, E. Barclach, J.H. Arp, P. Picasso, R.Motherwell, F. Kline, L. Nevelson A.L. Coburn ( Fotoğraf ) A. Sander ( Fotoğraf )
Sandro Botticelli gerçek adıyla Alessandro di Mariano Filipepi genç yaşta Fra Filippo Lippi'nin yanına girerek resim, desen ve geometri ogrendi. İlk yapıtlarından olan Guc, Judith ve Holofernes'de (1472, Floransa, Uffizi Galerisinde) Lippi'nin ve Lippi'den sonra yanlarında çalıştığı Antonio Pollaiolo ve Verrocchio'nun etkileri görülür.
1470 yılında daha ilk tablolarıyla büyük ün kazandı. Özellikle Kahinlerin Tapınmasi (Uffizi) ve Madonna (Louvre Müzesi) bunlar arasında sayılabilir.
1481'de Papa Sixtus IV tarafından Roma'ya davet edildi ve Roselli, Ghirlandaio ve Perugino ile birlikte Sistina Capellasinin süslemesinde çalıştı. Burada Musa'nın yaşamını canlandıran 3 fresk ile İsa'nın Igvasi'ni yaptı. Bu eserlerinde zengin ayrıntılar görülür.
1480-1490 yıllarında, olgunluk döneminde Floransa'da Lorenzo de Medici'nin korumasında sanat çalışmalarını sürdürdü. Bu dönemde La Primavera-İlkbahar (1478), Venüs'ün Doğuşu (1484, Uffizi), Mars ve Venüs, Minerva ve Kentauros (1485, Uffizi, Floransa) gibi konusunu mitolojiden alan başyapıtlar gerçekleştirdi. Bu arada, kiliseler, dinsel dernekler icin tablo siparişleri aldı. Meryem'in Taç Giymesi (1488, Uffizi) bunlardan biridir.
Adıyaman Üniversitesi 2012-2013 Öğretim Yılı Yetenek Sınavı Tarihleri henüz açıklanmamıştır!..
Yetenek sınavı tarihleri ve başvuru koşulları açıklandığı zaman sanatdersi.com sitemizde yayınlanacaktır!..
SanatDersi.Com sitesi olarak başarılar dileriz...
Türk mimarlığında çininin bezeme düzeni içinde mimarlığa bağlı olarak kullanılışı, İran Büyük Selcukluları ile başlar. Çininin mimarlıkta yoğun biçimde kullanılması ve gelişmesi XIII.yüzyıl sonlarına rastlar.
İlk Osmanlı dönemi çinileri renk bakımından daha zengindir. Osmanlı Devleti'nin başkentlerinden biri olan İznik, çini yapımının gelişmesine büyük katkısı olmuş önemli bir merkezdir. İznik'te duvar çiniciliğinde ve keramiklerde yeni teknikler geliştirildiğinden, hızlı ve sürekli bir üretim yapılabilmiştir. XVI. yüzyılın başlarından sonra mozaik ve altın yaldızlı çiniler yerine renkli sır tekniğiyle, kare levhalar halinde üretim yapılmıştır. XVI.yüzyılın ikinci yarısında renkli sır tekniği bırakılarak tüm çiniler sıraltı tekniğiyle yapılmaya başlanılmıştır. Sarı, ve açık yeşil renkler ortadan kaybolmuş, firuze, mavi, yeşil mercan kırmızısı, açık lacivert ve beyaz renkler egemen olmuştur.
Çiniçiliğin yanı sıra gelişen keramik sanatından- koruma güçlüğünden örtülü duvar çinilerine oranla daha az sayıda önek günümüze gelmişitir. Keramik sanatında yapılarda kullanılmak üzere yapılan kandiller çerağlar, askı kürelerinin yanında kâse tabak sofra takımları ibrik ve sürühi gibi ürünler de ortaya konmuştur.
Pişmiş toprak eserler arasında Türk sanatında en geç görülen porselendir. XIX.yüzyılın ortalarında Haliç'te bir porselen fabrikası kurulmuş "Eser-i İstanbul" markalı porselenler üretilmiştir. Biçim ve desen olarak Batı etkisindeki porselenler, ithal edilenlerle rekabet edemediğinden fabrika kapanmıştır. XIX . yüzyıl sonlarında ise II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan Yıldız porselen Fabrikasında, çok kaliteli porselenler üretilmiştir.
Tahta maden ya da taş üstüne şekiller veya harfler çizerek, bu motifi kâğıt üzerine basma tekniği ve sanatıdır. Tahta, gravürcünün ilk malzemesidir. Ağacın lifleri yönünde kesilerek hazırlanmış olan gravür tahtası'na ancak ana çizgileriyle çizilmiş, basit bir desen yapılabilir.
Bu az-çok pürtüklü yüzeyde, kâğıt üzerine çıkması istenen hatlar siyahla belirlenir ve çevreleri çakıyla kazınarak şeklin yüzeyden daha kabarık olması sağlanır; sonra beyaz kalan kısımlar oluklu oyma kalemi'yle kazınarak gravüre bir kabartma görünüşü verilir. Tahta üzerine yapılan bu çeşit yontma gravür Dürer'in eserleriyle doruğuna erişmiştir.
Eski İstanbul hayatından bir sahneyi canlandıran bu gravür, batılı bir gezginin eseridir. Sedirleri, sehpaları, nargileleri, duvara gömülü selsebili, sütunlu parmaklığı ile Osmanlı imparatorluğu devrinde tam bir söyleşi atmosferi...
El sanatları, Türk halkının duygularını, yaşadığı hayatın izlerini kolaylıkla aktardığı en önemli araçlardan biridir.Geleneksel kültürü yeni kuşaklara aktarma görevinin yanında el sanatları, bir ulusun, kültürel kişiliğinin de en önemli, canlı ve anlamlı belgeleridir.Bu bağlamda el sanatları, yaşadıkları ve üretildikleri çağa, olaylara tanıklık ederler, ekonomik faydanın yanı sıra el sanatları, iş gücünün değerlendirilmesi için yararlı bir uğraş ortamı yaratmakta; kişiyi, maddî ve mânevî açıdan eğiterek, sosyal kalkınmaya da katkıda bulunmaktadır.Genellikle toplu halde üretilen bazı geleneksel el sanatları ile dostluk, arkadaşlık, toplumsal dayanışma, paylaşma giderek artar ve anlam kazanır.
Geleneksel kültürümüzün ve el sanatlarımızın en önemli örneklerinden biri oyalardır.Oya, yapma çiçekle örgü sanatının birleşmesinden doğmuş; süslenme ve ayrıca taşıdıkları mesajlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılan ve tekniği örgü olan bir dantel türüdür.
Michelangelo Buonnarroti ya da Michelangelo, İtalyan Rönesansının devlerinden biri, resim ,şiir, mimari ve heykeldeki üstün yeteneğiyle tarihin dört ruhlu adam ünvanını verdiği, ünlü Davut heykelinin yaratıcısı...
Michelangelo, 6 Mart 1475'te Caprese kasabasında doğdu. Soylu bir aileden gelen babası Ludovici Bounnarroti kasabanın belediye başkanıydı. Fakat Michelangelo'nun doğduğu yıl, babasının başkanlık görevi sona erdirildi ve yoksullaşan aile Floransa'ya taşındı. Burada bir taş işçisinin karısının bakıcılığına verilen Michelangelo, yıllar sonra bunun üzerine,'' Dadımın göğsünden sütüyle birlikte keskiyi ve tokmağı da emdim.'' diyecektir.
Çocukluğunda Michelangelo'ya sıkı bir eğitim verildi, fakat çocuğun sanata olan merakı babasının engellemelerine rağmen giderek büyüdü. En sonunda 1488 yılında Ghirlandaio diye bilinen Dominico ile David Currado'nun yanına çırak olarak verilen Michelangelo, resim yeteneğiyle kısa sürede farkedildi. On üç yaşındayken bile Michelangelo, doğayı gözlemlemeden, düşlerinin doğanın gerçeğine uyup uymadığını denemeden hiçbir şeyi renklendirmezdi. Sık sık balık pazarına gider, balıkların şeklini, göz ve solungaçlarını inceler, sonra da büyük bir titizlikle resmederdi.
Osmanlı döneminde, 15. yüzyıldan itibaren Bursa kenti, İran'dan ithal edilen ham ipeğin ticaret ve sanayi merkezi olmuştur. İpek ticareti hazineye büyük gelir sağladığı için devlet kontrolünde gelişmesi sağlanmış; 1587 tarihinden itibaren Bursa'da koza üretimine başlanmış ve kozacılık teşvik edilmiştir.
Dokumada kullanılan altın ve gümüş tel devlet simkeşhanelerinde çekilir, kumaşlar damgalanarak satışa çıkarılmasına izin verilirdi. Kıymetli madenlerin israfını önlemek için seraser, zerbaft gibi kumaşlar saraya ait tezgahlarda belli miktarda dokunmaktaydı. Dönemin modasına uygun kumaş desenleri saray nakkaşhanesinde tasarlandığından, desen ve kompozisyonlarda Osmanlı sanatının üslup bütünlüğü tekrarlanmıştır.
Bursa kenti daha çok kadife ve çatma, İstanbul ise 16.yüzyıl ikinci yarısından itibaren kemha ve seraser kumaşları ile tanınmıştır. Çatma dokunuş tekniği açısından kadifenin bir çeşididir. Genellikle zemin kadife, desen gümüş klaptanla, ya da tam tersi klaptan zemin üzerine desen kadife ile dokunmuştur. Döşemelik ve kaftan yapımında kullanılan çatma kumaşların yanı sıra, özellikle dar uçları nişli bordürlü yastık yüzleri çok revaç bulmuştur. Osmanlı Sarayı'nda değerli kumaşlar hazine eşyası olarak kullanılmış; yüksek rütbeli devlet memurlarına, yabancı hükümdar ve elçilere hediye olarak kaftan ve kumaş gönderilmiştir. Kıymetli malzemeden yapılmış başlıca kaftanlık kumaşlar kemha, seraser ve zerbafttır. Kemha'nın çözgüsü ve atkısı ipek, deseni oluşturan takviye atkıları ipek ve gümüş ya da altın klaptandır. Seraser'in çözgüsü ipek, atkısı gümüş veya altın teldir.