Muzaffer Tayyip Uslu (1922 - 1946)
Muzaffer Tayyip Uslu, İstanbul’da doğdu, Zonguldak’ta öldü. Zonguldak’ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil’in öğrencisi oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle sürdüremedi. Zonguldak’ta çalışmak zorunda kaldı.
O da arkadaşı Rüştü Onur gibi veremden öldü. O dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden biri kabul edilmiş, yaşamındaki acılara karşın, gizli bir üzgünlük içinde yaşamanın güzelliğini yazmıştı. Şiirlerini Şimdilik adlı bir kitapta topladı (1945) . Ölümünden sonra Necati Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta topladı.
Rüştü Onur (1920 -1942. Aralık.2)
Şair. 3.08.1920/“de Devrek“te doğar.Babası bir köy öğretmeni olan Mehmet Emin Onur, annesi Fikriye Hanım“dır. Üç erkek kardeşin(Hüseyin, Saffet) en büyüğüdür. Rüştü Onur, ilköğrenimini yaptığı Devrek I. Mektep“den (Atatürk İlköğretim Okulu) 1.07.1932 yılında iyi derece ile mezun olur. Orta öğrenimine Kastamonu“da başlar, sonra Zonguldak M. Çelikel Lisesi“nde devam eder. Bu sırada (1938) öğrencilik döneminde “ince hastalık”a yakalanır. O yıl okuyamaz. Bir sonraki yıl yeniden okula başlar, fakat bir yıllık özgür yaşam onu okul havasından uzaklaştırmıştır. Okulu bırakır ve Zonguldak Maliye Varidat (Gelirler)Memur Muavini olarak çalışmaya başlar.
TEMEL SANAT EĞİTİMİ
K o n u
Atatürk ve sanat. Sanatın önemi ve gerekliliği, Bilim ve sanat. Tasarım, araştırma, yaratıcılık, görme, algı .
K o n u
IŞIK
* Düzenleme
* Ton çubuğu - Yorum
MALZEME :
Kurşun kalem, resim kağıdı..
AMAÇLAR :
* Temel malzeme olan kurşun kalem ve kağıdı en ince özelliklerine göre tanıtmak ..
* Düzenlemede ışığın açık - orta - koyu değerlerinin öğrenciler tarafından doğru görülebilmesini sağlamak.
K o n u
NOKTA
* Nokta elemanı ile soyut düzenleme ( siyah – beyaz )
* Doğadan seçilen formun açık - koyu değerlerinin noktayla çalışılması
* Farklı programların kendi diliyle, tekniğiyle “nokta” konulu yorum. İlişkilendirmeye, yaratıcılığa dayalı bir çalışma, tasarım, gösteri vs.
MALZEME :
Resim kağıdı, kurşun kalem,cini mürekkebi,fırçalar, çeşitli uçlar, rapido,pilot k
AMAÇLAR :
* Resmin temel elemanı olan noktanın resim dilindeki önemini kavratmak.
* Sanatta, yaşamda, bilimde nokta,
* Biçimi oluşturan elemanlardan nokta ( tanımı ) ile yüzey değerlendirmesi
* Farklı disiplinlerle “nokta” konulu ortak bir çalışma yapma, ortak bir düzenleme tasarlama.
K o n u
ÇİZGİ
* Çizgi üzerine araştırma ve denemeler
* Çizgi çeşitleri ( şekillerine, kalınlıklarına, koyuluklarına göre )
Üzerinde iki boyutlu çalışmaya olanak veren her tür alandır. Düzlemsel nitelikte olabileceği gibi, eğrisel de olabilir.
İlk doğrultusundan bir çizginin uzantısı çizgiyi bir düzleme çevirir. Kavramsal olarak bir düzlemin uzunluğu, genişliği vardır, derinliği yoktur. Bir düzlemin biçimi, köşeleri oluşturan çizginin konturuyla belirlenir. Düzlemler aynı zamanda hacimlerin bitişlerini sınırlar.
Ünlü matematikçi Monge' a göre '' biçim bir nesnenin dış sınırlarıdır.'' Klee ise biçim ve form için şöyle açıklamada bulunuyor. Biçim; canlı varlık, buna karşılık form; cansız doğadır diyor. Bauhaus izleyicisi olan Hodgen' de '' formu yaratıcı eylemin zihinde canlandırdığı şey, biçimde kuvvetli konturları olan şekildir.'' diye tanımlamaktadır
Bir alan, değer, renk ve dokusal farklılıklar nedeniyle sınırları belirlenmiş olarak algılanır ki buna ''biçim'' denir. Bir diğer tanım '' düzensizlikler arasında oluşan güçler diyagramı '' şeklinde yapılmaktadır. Form ( şekil ) genel anlamda varlıkların tüm görünüşüdür. Her varlığın temel bir formu vardır. Resmi yapılacak modelin karşıdan görünüşü kare, dikdörtgen, üçgen, oval gibi geometrik yüzeylerden oluşur.
Görsel anlatımda rol oynayan önemli ögelerden biri de '' biçim ''dir. Doğada var olan her cismin, bir geometrik forma dayalı biçimi vardır. Fakat biçimlerde kendi aralarında büyük farklılıklar gösterir. Bir kısmı geometrik bir düzen içinde oldukları halde diğer pek çokları tamamen serbest görünümdedirler. Bu bakımdan biçimlerin birbiriyle bağıntısını kurabilmek güç ise de, yine de onları bir dönüşüm çemberi etrafında toplamak ve birbirleriyle kıyaslamak mümkündür.
Genel olarak var olanın biçimlendirilmesidir. Doğadaki tüm nesneler titiz bir boyut ilişkisi içindedirler. Bir formun kalınlığını, derinliğini, uzunluğunu, genişliğini belirleyen ölçüm serileridir. Biçimlerin farklı boyutlarda kullanıldığında farklı etkilerin elde edilmesi nedeniyle ölçü, önemli bir tasarım ögesidir. Ölçü bakımından birbirine yakın boyutlardaki biçimler uygun, farklı boyutlardaki biçimler ölçü bakımından birbirine zıttır. Armoni ve zıtlık sağlamak için kullanılırlar.
Doğada var olan nesnelliğin kendine özgü bir boyutlanması varsa, tasarım ögelerinin ve değerlerinin de bir boyutlandırılması vardır.
Her tasarım ögesinin boyutu :
a- İşlevsel açıdan,
b- Malzeme açısından,
c- Biçimsel açıdan,
d- Çevreyle olan ilişkisi ve ögenin kendi geometrisiyle ya da strüktürü ile belirlenir.
Klasik sanatta güzellik, biçimin hiç eksiksiz olarak betimlenmesine bağlıdır. Barokta ise sanatçı, maddesel gerçekliği vermek istediği yerde bile salt belirlilikten uzaklaşır. Bunun nedeni kesin bir belirlilikten hoşlanmayan bir beğeninin gelişmiş olmasıdır. Göz yarı bellinin güzelliğini bulunca, ilk kez devinimin betimlenmesi olanaklı bir hale geldi. (Dönen bir tekerleğin görünümü gibi.) Devinim ve izlenim doğal olarak bir çeşit belirsizlik ister.
Klasik; konuyu tümüyle verir, her biçim kendisi için en tipik yolda görünmeye zorlanır, tek motifler anlamlı karşıtlıklar içinde geliştirilirler. Barok ise izleyicinin kestirebileceği yerlerde bir şey söylemek istemez, devinimli görüntülere önem verir.
Klasikte ışık, nesnel bir düzenleyicidir, keskin karşıtlıkları belirtir. Barokta ise ışık, hiçbir plastik motife bağlı olmadan, şurada, enlemesine yere konuverir. Bunda biçimle bir çelişme de görülmez. Klasikte karanlıkta kalan biçimler betimlenirken oldukları gibi görünürler, Barokta ise biçimler genel bir karanlık içinde erirler. Beğeni, bu erimeyi güzelleştirecek ölçüde gelişmiştir ve biçimler bir büyü ile sarılırlar. İnsan resimlerinde de durum aynıdır. Rembrandt bu tür resimlerin en büyük örneklerini vermiştir.
Klasik üslupta birlik önemlidir ama birbiriyle eklenmiş bölükler başlı başına da kendilerini anlatırlar. Barokta ise sanatçılar belli bir temel motife bağlanırlar, geri kalanları ona alt sayarlar. Gerçi Barok düzenlemede de tümün içinden tek tek biçimler yükselirler ama bu biçimlerin tek olarak ele alınabilecek bir yanları yoktur. Barokta ana motif olanca gücüyle belirtilir. Barokta ışık klasikte olduğu gibi tek tek noktalara yayılmaz, bir yada birkaç yerde toplanır. Bu ışık, herhangi plastik bir biçimi kaplamaz; tersine, biçimlerin üzerinden geçer, nesnelerle oynar. Barokta renk de, Klasikte olduğu gibi karşıtların bir dengesi değildir. Önce vurgulu bir tekrenklilik görülür sonra hem vurgulu hem renkli olmanın yolu bulunur. Eşit olarak üleştirilmiş renklerin yerini, tek tek ikili üçlü yada dörtlü renkler alır; resim belli bir tonaliteye göre ayarlanır. Rengin etki yoğunluğunu arttırmak için de katkısız renk, ayrı renklerle yada ne olduğu belirsiz renklerle ortaya çıkarılır. Klasik yontuda bölümler birbirine karşıttır ve tüm, hiçbir parçanın değiştirilemeyeceği bir yapı niteliği kazanmıştır. Barok yontuda ise biçimler arasındaki düşünsel bağıntılar kaldırılmış, yapıtın tümü geniş ve biteviye bir devinime kavuşmuştur.
Kapalı biçimle söylenmek istenen, resmi inşacı araçlarla kendi içinde sınırlı bir görüntü haline getiren, her yanı hep kendisini belirleyen kapalı bir betim, açık biçimle de her yanı kendi dışını belirleyen, sınırsız görünmek isteyen ama yine de gizli bir sınırlama duygusu veren bir betimdir. 16.yy da yataylar ve düşeyler resme egemendirler, resimler merkezde bulunan bir eksenin çevresinde düzenlenmişlerdir. 17.yy da ise yataylar, düşeyler inşacı güçlerini yitirirler, resimlerde serbest bir düzen görülür. Resim çerçeveden dışarı çıkar, görülebilen dünyanın rasgele bir parçası haline gelir. Söz konusu olan açık kompozisyondur. Klasikteki karşıt renkler barokta önemini yitirir, renk ve ışık resme öyle dağıtılır ki, resimde bir doygunluk durumu değil bir gerilim elde edilir. Işık yada parlak bir renk resmin bir köşesine konur, böylece resimde dış merkezli bir düzen sağlanır. Kuşkusuz Barokta da bir yasalılık vardır - olmasaydı ritm olmazdı - ama bu apayrı yolda bir yasalılıktır, güzellik sınırlı da değil sınırsız da, sonsuzluktadır.Yontuda da durum aynıdır. Klasik yontunun inşacı değerleri, yerini eğiklere bırakır ve yontu duvardan nişten fırlayan bir devinimliliğe kavuşur. Hele Rokoko’da yontu hiçbir yerle ilişkisi olmadan tek başına yaşar.
Leonardo’nun “ Son Akşam yemeği” resmi düzlem üslubunun en büyük örneğidir.
Bu resimde bireyler önde bir düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Arka planı olan resimlerde de arka plandaki bireyler ve nesneler ön plandaki düzleme paralel bir arka düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Düzlem üslubunun en tipik örneklerini Raffael, Dürer, Holbein vermişlerdir.
Düzlem düzenleme ilkesi 17.yy da yerini derinlemesine düzenleme ilkesine bırakır, bireyler ve nesneler arasında yana doğru değil derinliğe doğru bağıntılar kurulur. Bunlar hep bilinçli olarak yapılmışlardır; birinden bıkılıp ötekine geçilmemiştir. Sadece anlayışlar değişmiştir. Bu üslupların hiçbiri ötekine üstün sayılmazlar. Barok üslubunun en tipik örneklerini de Rembrandt, Rubens, Hals, Vermeer, Velasques vermişlerdir.
Düzlem üslupta renkler dingin bir yolda derecelenirler. Derinleme üslupta ise keskin ışık karşıtlarına canlı renklere dayanan bir derinlik görülür. Giderek aşırı büyüklükte ön planlar motifiyle, uzaktaki nesneleri daha da küçük göstermek yoluyla sonsuz derinlikler elde edilmiştir. Düzlem üslubunun ortadan kalkma süreci, düzgün çizginin değerini yitirme süreciyle paraleldir.
Çizgisel çalışmalarda nesnenin maddesel kavranışından bir şey vardır aynı zamanda sınırlanmasından kontursal yapısından bir gösterge vardır ve dokunma duyusuna dayanır. Gölgesel çalışma ise lekelerden oluşur ve bu lekesellik göze hitap eder. Bu, görsel bir duyumdur. Anlamak için gerçekleştirilen dokunsallık zaman içinde yerini görselliğe bırakmıştır. Dünyadaki değişim ve gelişim yeni ilgileri, bilgileri ve güzellikleri doğurmuştur.
16.yy da düzgün, devamlılık gösteren çevre çizgisi 17.yy da yerini kesik çizgiye bırakır ve bu kesik çizgi, değişen, süregelen nesnelerin betimlenmesini sağlayan farklı bir görev olarak yerini alır. Kesik çizgilerin belirlediği gölgesel üslupta, yüzeylerin yumuşaklık, katılık, düzgünlük-pürüzlülük, gibi nitelikleri de belirtilir. Bu iki üslubun çok iyi çözümlerini resimlerde de görürüz. Örneğin çizgisel üsluptaki bir çalışmada ağaçların yaprakları teker teker işlenmiştir. Gölgesel üsluptaki bir çalışmada ise ağaçların yaprakları kalem vuruşlarıyla belirtilmiş daha lekesel bir tarzla hangi cins ağaç oldukları ve yaprakların kıpırtıları verilmiştir.
Aslında görsellik açısından malzeme farklılığı dışında kompoze kuralları da, ilkeleri de diğer çalışmalarla –resimle aynı özellikler taşımaktadır. Ayrıntıda tasarlayan , gören beyne fotoğraf tekniğinin olabildiğince katkısı ya da belirleyici anlamı vardır bir şekilde.
Görsel tasarım ögeleri, görsel ilkeler yardımıyla yüzeysel ya da hacimsel olarak düzenlenerek zemin ya da şekil anlatımları oluştururlar.
Zemin anlatımı; iki boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Geniş - berrak alanlarla,
* Benzer ölçüde tekrar çizimlerle,
* Bir kompozisyonda şekil anlatımı verecek şekilde güçlü etki yapan bölgelerden arta kalan kısımlarla sağlanır.
Şekil anlatımı; üç boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Derinlikle
* Çizgisellikle
* Etkili çevre ya da güçlü çevre çizgileriyle sağlanır.
Derinlik; bir cismin üçüncü boyutunun yani kalınlığının anlaşılması, hissedilmesi ile etkinlik kazanır. İki ya da üç boyutlu cisimler yanyana durduklarında bize göre farklı uzaklıkta hissediliyorsa,bu biçimler ya da cisimler derinlik ifadesi verebiliyor demektir.
Değer derecelenmesi; cisimlerin renkleri, değer farkları, parlaklık ve matlıkları ya da dokuları derinlik ifadesi oluşturmada rol oynarlar.
* Sıcak renkli cisimler yakında,
* Soğuk renkli cisimler uzakta,
* Koyu tonlu cisimler yakında,
* Açık tonlu cisimler uzakta,
* Parlak cisimler yakında,
* Mat cisimler uzakta,
* Sert dokulu cisimler yakında,
* Yumuşak dokulu cisimler uzakta etki yaparlar.
Sanatta, plastik elemanların değişen uyumlu tekrarıdır. Ritm, bir sanat yapıtıyla aramızda psiko-fizyolojik anlaşma yaratmak için yinelen devinimler düzenidir. Bir sanat yapıtında hareketler önce duyuları sonra bünyemizi etkiler ve insan tümüyle bu hareketlere katılır. Yapıttaki devinimlerin izleyicideki bu yinelenmesi statiktir. Bunun için gözle görülmezler. Ama hareket düzeni bizi fazla duygulandırırsa irkilme,yüzünün buruşması yada yüz ve bedenin gevşemesi görülür. Psiko-fizyolojik anlaşma ancak hakim devinimlerle, kontrast devinimlerin düzeniyle sağlanabilir. Rahat, uyuşumlu bir düzen yaratabilmek için hakim devinimlerle karşıt devinimler arasında dikkati çekecek kadar bir farkın gözetilmesi gerekir. Bunları uygulama oranları sanatçıdan sanatçıya ve sanatçıların vermek istediği havaya göre değişir. Kontrast devinimlerle hakim devinimlerin oranı farklı olmalıdır. Ritmin Yapıtlarda dayandığı temel;harekettir. Yapıtlarda ışık, gölge, yarı gölge değişimleri devinimi oluştururlar. Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişikliği resme hareket kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler durgunluk, eğik ve kavisli çizgilerde hareket yaratır.
Devinim ikiye ayrılır.
1 - Doğal devinim ( Örn: Yontunun kendi hareketi )
Denge değişik ölçüler arasında aranmalıdır. Resimde dengeyi dikey ve yatay çizgiler kurar. Denge salt çizgilerle değil, açık - koyu zıtlığıyla da verilebilir. Başarılı bir düzenlemede kullanılan ögeler birbirleriyle karşılaştırıldıklarından genelde bir denge hissedilmiştir. Bu denge biçim, yön, ölçü, aralık, doku, renk ile sağlanabilir. Görsel ağırlıkları olan ögelerin eşit dağılımının bir türü olan denge, tasarım ilkelerinden biridir. Denge zıtlıkla koşulludur adeta. Yeryüzündeki her şey zıtlıklar dengesine dayalıdır. İnsanın yaşamı ve kendisi dengeye dayalıdır. Dengesizlik her şeyi altüst edebilir. Çünkü dengesizlik bozukluk, yanlışlık demektir. Görsel uyarıcılık dengedeki doğruluk yada rahatsız edicilik sonucu oluşur. Gerek görsel gerek devinimsel gerekse sessel anlatımda dengenin sağlamlığı söz konusudur. Denge, formda, renkte, harekettte, açık-koyuda kendini gösterir. İki boyutlu düzenlemeye ait dengede daima ifadeyi sağ ve sol olarak ya da alt ve üst olarak iki bölüme ayıran düşey ve yatay eksen aranır. Denge simetrik ( bakışık ) ve asimetrik denge ( bakışımsız ) olarak ikiye ayrılır.