Sanat Dersi

Ören Yerleri Nasıl Oluşur?

İklim koşulları, erozyon, çürüme, yıkılma bitki ve yavanlar tarafından kaplanma, insan elinden çıkmış mimarlık yapılarının yeniden toprak olmasına neden olan başlıca etkenlerdir. Nitekim arkeolojik alanlar da bu nedenlerle bir moloz yığını haline bırakılan bir bahçenin, bakımsızlıktan adım atmayacak derecede bitkilerle kaplandığını yada sahipsiz kalmış bir evin çok geçmeden adeta bir harabe yığını haline gelişine çoğumuz tanık olmuşuzdur. Yani kısaca, malzemesi ne olursa olsun, bakımsız kalan yapılar kısa zamanda yıkılmaya ve giderek bitki örtüsüyle kaplanıp tümüyle kaybolmaya mahkumlardırlar.

Eski çağlarda bu süreç, kullanılan dayanaksız inşaat malzemeleriyle uyumlu olarak, kuşkusuz ki, daha da hızlı bir biçimde işlenmiş olmalıydı.

Herkesin yakın çevresinde bu türde gelişmeler olmakla birlikte, arkeolojiyle uğraşmayan kişiler genellikle, farklı toprak tabakalarının evlerin ya da kentlerin üzerine zamanla nasıl örttüğünü anlamakta güçlük çekmektedirler. Bu yüzden de arkeologlara sorulan en başta geleni, toprak altında bir kent olduğunu nasıl anladıkları ve kazdıkları yerin altından duvarlar çıkacağını, nasıl önceden bilebildikleridir. Oysa bunu başarmak, kısa bir deneyim geçirmiş gen. Bir arkeolog için bile zor değildir. Arkeologun kaygısı kentin nasıl bulunacağı değil, yöredeki pek çok kalıntıdan hangisine kazı yapması gerektiği ve bu kazının yöntemidir.

Günümüz Anadolu köylerinde de olduğu gibi, eski zamanlarda evler genellikle kerpiç dene güneşte kurutulmuş, içine çeşitli katkı maddelerin ilave edildiği çamur bloklardan yapılmakta, bu hammaddeden aynı zamanda damların örtülmesin de yararlanılmaktaydı. Ayrıca kerpiç duvarları doğanın olumsuz etkilerinden korumak için, üzerlerinin sıvanması gerekmekteydi. Bu türde malzemelerse oldukça dayanıksızdı ve sık sık yenilenmelerine gereksinim duyuluyordu. İşte bu onarımlar sırasında sökülen eski dam örtüsü ile dökülen çamur sıvalar sokaklara seriliyor ayrıca çöpler de yerlere saçılıyordu. Uzun ömürlü olmayan kerpiç duvarlar belli bir süre sonra çökmeye mahkumdur. Çöken bir evin üzerineyse onun pek çok eski malzemesinden de yaralanılarak bir yenisi inşa olunurdu. Böylelikle bu yeni ev tabandan biraz yükselmiş olurdu.

Oldukça yavaş gelişen bu yükselme hareketine kimi zaman umulmadık olaylar da yardımda bulanabiliyordu. Örneğin büyük bir yangın iskan yerinin tümünü birkaç saat içinde yerle bir edebiliyor ya da bir düşman ordusu tarafından taş taş üzerinde kalmayacak şekilde yıkıma uğratılabiliyordu. Böyle ani felaketlerden hemen ya da kısa bir süre geçtikten sonra, canını kurtarabilen halk evlerini yeniden bu yıkıntılar üzerine inşa edebilirdi. Yani bir yerleşme yeri insanoğlunun yaşamı sürdükçe yükselme süreklidir ve hiçbir zaman son bulmaz. Nitekim günümüzde de köy, kasaba ve kent yeniden yapım faaliyetine sahne olarak gelişmektedirler.
Sürekli oturulan yerleşme yerlerinden karşılaşan yükselmeler çoğu kere insan eliyle olduğu gibi, bazen de doğanın etkisiyle meydana gelebilirler sözgelimi bir ırmağın taşmasıyla oluşturduğu bir sel felaketinin ilişkin mil tabakaları ören yerinin ya da bir çok ören yerini öretebilir. Erozyon tabakalanmaya neden olan etkilerden bir diğeridir.

Bu konuda en kolay anlaşılabilir bir örnek olarak İstanbul Sultanahmet Meydanı verilebilir. Bilindiği üzere bu meydan Romalılar döneminde hipodrom olarak kullanılmaktaydı ve dikilitaş ve burmalı sütun gibi çeşitli anıtlarla süslüydü. Oysa günümüzde bu anıtların oturduğu eski taban bugünkü meydan düzeyinin birkaç metre altında kalmıştır. Buradan modern İstanbul’un etkisinin üzerine kurulduğu açıkça anlaşılabilir. İstanbul’da görülen bu olay tüm öteki eski çağ kentler içinde söz konusudur.

Burada akla, insanların yerleşmeleri için niçin hep aynı anları tercih ettikleri sorusu gelebilir. İster birkaç hanelik küçük bir köy, isterse de büyücek bir kasaba olsun, bir yerleşme yerinin öncekiyle aynı alanda kurulmasının ana nedenleri çoğunlukla su kaynakları, stratejik konum, iklim v.b. doğal nedenlerdir. Bunlar çoğu kez baştan sona değin değişmeden sürüp giden, olmazsa olmaz denecek türde özelikleridir. Nitekim bunlardan birinde meydana gelecek her hangi bir değişikliğin, yerleşme yerindeki insanları derinden etkilediği ve hatta iskan alanın boşatılmasına değin uzanan sonuçlara yol açtığı bilinir. Sözgelimi önceleri deniz ulaşımı için elverişli bir körfezin kenarında kurulmuş bulunan Efes ve Milet gibi büyük kentlerin, M.S. VII. Yüzyılda doğru limanlarının Küçük Menderes ve Büyük Menderes ırmaklarının getirdikleri alüvyonlarla dolup kullanılmaz hale gelmesi sonucu ıssızlaştıkları bilinmektedir.

Bir yerleşim alanın ısrarla kullanımdaki etkenlerden bir başkası da inşaat malzemesinin yarattığı ilgidir. Kereste ya da taş gibi inşa malzemelerini uzak yerlerden bin zahmetle taşımak yerine var olan eskileri değerlendirmek çok daha pratiktir.

Günümüzde harabe ya da ören yeri denen tarihi alanlar kabaca bu şekilde toprak altında kalmış ve yükseklikleri de zaman içinde giderek artmıştır. Bu yükselme aşamalarının ayrıntıları ise ancak düzenli kazılar sayesinde öğrenilebilir.