Müzelerin Doğuşu ve Tarihsel Gelişimi
Koleksiyonculuktan müzeciliğe geçiş bilimsel etkinliklerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Koleksiyonların gelişmeleri ve yeniden değerlendirilmeleri, sınıflandırılmaları, belgelendirilmeleri ve korunmalarıyla, bireysel uğraş, bilimsel ve kuramsal bir çalışmaya dönüşmüş; toplumsal ve siyasal bilinçlenmelerin katkılarıyla kamulaştırılan koleksiyonlarla müzeler oluşturulmuştur. Kısaca ICOM olarak anılan Uluslararası Müzeler Konseyi'ne göre, Müze, kültürel değer taşıyan unsurlardan oluşan bir bütünü çeşitli biçimlerde korumak, incelemek, değerlendirmek, özellikle halkın beğenisinin yükselmesi ve eğitimi için sergilemek amacıyla kamu yararına yönetilen sürekli bir kurumdur. Çağdaş müzelerin ileriye yönelik eğitsel, araştırıcı, yaratıcı ve yönlendirici etkinlikleri nedeniyle günümüzde müze, toplumun bilimsel ve kültürel geçmişini yansıtan ve geleceğini biçimleyecek öğeleri araştıran, toplayan, sergileyen, belgeleyen, yaşatan ve yönlendiren yaygın bir eğitim kurumu olarak tanımlanmaktadır.
Müzeciliğin ilk yıllarında müzelerin başlıca amaçları geçmişe ait sanatsal, kültürel ve bilimsel öğeleri toplamak, korumak, belgelemek ve sergilemekti. 20. yy. müzeleri sanatsal, kültürel ve bilimsel birikimlerin topluma aktarıldığı kurumlar olarak eğitim görevini üstlenmiş, halkın zorlanmadan eğitildiği yaygın eğitim merkezlerine, araştırmaların yapılabildiği laboratuarlara dönüşmüştür. Müzeler, toplumun geçmiş birikimlerini toplayarak, koruyarak, belgeleyerek, uygarlıkların düşünsel ve sanatsal yaratılarına sahip çıkarken, geriye dönük koruyucu görevlerini gerçekleştirmektedirler. Öte taraftan toplumun estetik anlayışının gelişmesi, geçmişin, yaşanan anın ve geleceğin açıklanması, yorumlanması, belli bir beğeni düzeyine erişilmesi, toplumsal gelişmelerin yönlendirilmesi, halkın eğlenirken öğrenip gelişmesi, zamanın böylelikle değerlendirilmesi nedeniyle, günümüz müzelerinin amaçları ileriye yönelik nitelikler kazanmaktadır.
Müzelerin kuruluşundan önce değerli nesne ve sanat yapıtları, mağara, mezar, kutsal mekân, tapınak, saray, villa ve kent merkezlerinde dinsel ve nesnel nedenlerle toplanıp sergilenmiştir. Helenistik Dönemde mouseionlar kültür merkezleri olarak önem kazanmıştı. M. Ö. 3. yy.da İskenderiye'de (Alexandria, Mısır) I. Ptolemaios (hükümdarlık dönemi M. Ö. 323-85), yaptırdığı sarayın bir bölümünü bir bilim ve eğitim merkezi olarak düzenlemişti. Müze sözcüğü de mousa (ilham perisi) sözcüğünden türemiş olan mouseion (ilham perilerinin yeri ya da tapınağı) anlamında kullanılmıştır. Yunan mitolojisine göre Zeus ve Mnemosyne'nin genç ve güzel dokuz kızından Kleio, tarih; Euterpe, lirik şiir; Thalia, komedi ve pastoral şiir; Melpomene, trajedi; Terpsikhore, müzik ve dans; Erato, erotik şiir; Kalliope, epik şiir ve konuşma; Urania, astronomi; Polymnia da, uyum ve ilahi sanatlarının ilham perileri olarak bu sanatları korurlardı. I. Attalos (hükümdarlık dönemi M. Ö. 241-97) ve ardılları Pergamon'da, Atinalı yöneticiler de M. Ö. 2. yy.da Atina'da resim ve heykeller sergilemişlerdi. Roma İmparatorluğu'nda İmparator Marcus Claudius Marcellus'un ganimetleri Roma'da sergilemesi sonucu, koleksiyonculuk benimsenmiş; önce binaların üstü kapalı portiklerinde ve kitaplık girişlerinde, daha sonra portreler galerisinde sanat yapıtlarının ve değerli nesnelerin sergilenmesi sınıf üstünlüğünün bir simgesi olarak yaygınlaşmıştı. Herculaneum'da birkaç koleksiyonun sergilendiği Papyri Villası, Rönesans portre galerilerinin görkemli bir öncüsüydü. Papa I Gregorius'un (papalık dönemi 590-04) 6. yy.da resim sanatını desteklemesiyle dinsel resim sanatı giderek gelişmiş, kiliseye bağlı çalışan sanat ve elişi atölyeleri kiliselere bir sanat merkezi niteliği kazandırmıştı. 14. ve 15. yy.larda ticaretin ve kentlerin gelişmesiyle zenginleşen kent-soylu da günlük yaşamı ve dini konu olarak ele alan küçük yapıtları toplamaya başlamıştı. İtalya'da Rönesans döneminde din adamları, kent yöneticileri, soylu aileler sanatçıları korumuş, onların yapıtlarını paylaşamamışlardır. Sanat yapıtı toplayıcılığı, Floransalı Medici ailesinin, koleksiyonunda görüldüğü gibi bilinçli olarak, sonralarıysa öykünülerek amaçsızca gelişmiş, sarayı taklit eden birçok zengin, studiolo ve galeria'yı villalarının bir bölümü olarak kurmuştur. Ancak 1581'de Vasari'nin, Medici ailesi için Uffizi Sarayı'nın ikinci katında, ilk sanat yapıtlarının sergilendiği yer olarak galeria'yı düzenlediği bilinmektedir. Bu yıllarda Padova ve Venedik iki farklı koleksiyonculuk felsefesine dayanan merkezler olarak gelişmişti. Venedik'te Doğudan ticaret yoluyla gelen değerli taşlar, takılar, halılar, silahlar ve küçük boy yağlıboya ve minyatürlerden oluşan koleksiyonlar gelişirken, Padova'da doğa bilimlerini ve eski sanatı bünyesinde toplayan koleksiyonlar önemsenmişti. Venedik'teki San Marco Kilisesi'nin hazinesi, değerli nesneler ve kutsal emanetlerle beslenirken, Padova'nın bilimsel koleksiyonları ender rastlanır bir düzeye erişmişti.
16. yy.da sanatçı, uzman, eleştirmen, aracı ve danışman olarak toplumda önem kazanmış, o zamana değin eski yapıtları toplayan koleksiyoncular, çağın sanatçılarından da yapıtlar satın almışlardır. Böylelikle bilinçli bir koleksiyonculuk gelişmeye başlamış, sanat yapıtları ve sanatçılar hakkında bilgi toplamaya gidilmiştir. Felemenk'te gelişen ekonomik koşullar, 17. yy. sanatını ve koleksiyonculuğu etkilemiş; zenginleşen kentsoylu yeni ve güçlü bir koleksiyoncu grubunu oluşturmuştur. Aynı yüzyılda İngiltere kralı I. Charles'ın (hükümdarlık dönemi 1625-9) İtalya'da Gonzaga Galerisi'nden satın aldığı koleksiyonla saray çevresi etkilenmiş, ama krallığa karşı gerçekleştirilen devrimde bu koleksiyon satılmış, sanata ilgi durulmuştur. Ancak 1660'tan sonra Fransız ve İtalyan edebiyatının etkisiyle, İngiltere'de koleksiyonculuk yeniden canlanmıştır. İngiliz sarayının sanat çevresi üzerindeki etkisinin zayıflamasına karşın, 17.yy koleksiyonculuğunu yönlendirmede Fransız kral ve yöneticilerinin ilgisi devam etmiştir. XIII. Louis'nin başbakanı (1624-2) Kardinal Richelieu, sonraki başbakan (1643-1) Mazarin ve XIV. Louis'nin (hükümdarlık dönemi 1643-715) devlet bakanı Jean-Baptiste Colbert'in koleksiyonları Fransızların beğenisini etkilemiş, Richelieu çok değerli bir kütüphaneyle büyük bir koleksiyonu kurarken, Mazarin Fransa'nın askeri gücünden yararlanarak çok değerli bir koleksiyon oluşturmuştu. Mazarin, 1648'de Felemenkli banker Jabach aracılığıyla, İngiltere kralı I. Charles'ın koleksiyonundan yapıtlar satın alarak koleksiyonunu zenginleştirmiş, ölümünden sonra XIV. Louis, Mazarin'in koleksiyonunun önemli bir bölümüne sahip çıkmıştır. Soyluların yanı sıra 1000 kadar kentsoylu koleksiyonerin bulunduğu Fransa'da 1720'lerdeki ekonomik bunalımın sonucu, birçok koleksiyon el değiştirmiş, desen ve porselen gibi yeni koleksiyonlar oluşturulmuştur.
İngiltere'de 18. yy.da koleksiyonculukla ilgili bilimsel çalışmalar sonucu yazılı belgeler hazırlanmıştır. Bunlardan botanikçi Thomas Martyn'in (1735-825) 1766'da The English Connoisseur (İngiliz Uzmanlar) adı altında basılan liste ve kataloglarıyla yazar ve koleksiyoncu Horace Walpole'un 1757'de çıkan Collections New in England (İngiltere'deki Yeni Koleksiyonlar) satış katalogları dönemin önemli belgeleridir. 18. yy, Avrupalı devlet adamlarının koleksiyonculukta birbirleriyle yarıştıkları bir dönemdir. Versailles Sarayı'nın etkisindeki Alman prensler, Fransız mimarlığını benimsemiş, İtalyan ve Fransız rokoko üsluplu resimler, Çin porselenleri ve fildişi yapıtlar toplamış, Saksonya elektörü I. August'un (1526-6) başlattığı koleksiyonu Saksonya'nın başkenti Dresden'de toplatmışlardır. Prusya kralı II. Friedrich (hükümdarlık dönemi 1740-6), İtalyan saraylarından satın aldığı koleksiyonu Fransız ressam Nicolas Lancret (1690-743) ve Watteau gibi sanatçılardan yapıtlarla zenginleştirerek yeni sarayında düzenlemiştir. Yine 18. yy.da Bavyera dükü V. Albert'in başlattığı koleksiyon, Bavyera kralı I. Maximilian'ın (hükümdarlık dönemi 1806-5) Dürer ve Cranach gibi Kuzeyli ressamlarla İtalyan sanatçılardan aldığı yapıtlarla zenginleşmiş, ancak daha sonra Münih ve Schleissheim'da gösterilmek üzere ikiye ayrılmıştır. Rus çariçesi I. Yekaterina'nın (hükümdarlık dönemi 1725-7) koleksiyonculuğa ilgi duymasıyla Ermitaj Müzesinin çoğunu oluşturan yapıtlar, 18. yy. boyunca Dresden, Paris ve Londra koleksiyonlarından satın alınarak sarayda düzenlenmiştir.
Müzecilik, Batı toplumunda koleksiyonların kamulaştırılmasıyla 18. yy.da gerçekleştirilmiştir. Toplumun büyük bir kesimi tarafından görülemeyen, ancak özel izinlerle girilebilen devlet koleksiyonları bile özel koleksiyon olmaktan öteye gidemiyordu, Vatikan Müzeleri gibi bir kurum bile, ancak yılda bir kez, Paskalya Yortusu öncesindeki cuma günü halka açılmaktaydı. Batı'da, İtalya'da 18. yy.a değin Papa IV. Sixtus (papalık dönemi 1471-4) tarafından kurulmuş olan Capitoline Müzesi ve Kardinal Grimani tarafından 1523'te Venedik Cumhuriyeti'ne bağışlanan antik koleksiyonlar dışında halkın görebileceği koleksiyon yoktu. Medici ailesinin son ferdi olan Toscana eyaleti büyük düşesi Maria Ludovica'nın 1737'de koleksiyonlarını eyalete bağışlamasını, Dresden koleksiyonunun topluma açılması izlemiş, Londra'da 1753'te kurulan British Museum, 1759'da; Kassel'deki Resim Galerisi (Gamaldegalerie) 1760'ta halka açılmıştır. 1789'da Medici ailesinin koleksiyonları yeniden düzenlenerek kamulaştırılmıştır. Bu hareketlerle bilinçlenen halkın haklarını dirençle araması sonucu koleksiyonlar topluma açılmıştır. Fransa'da 1793'te devrimci hükümetin krallık koleksiyonlarını devletleştirme kararıyla Louvre Müzesi'ni Cumhuriyet Müzesi (Musée de la République) olarak açması ve Napoléon'un 1798'de Sanatlar Merkez Müzesi'ni (Musée Central des Arts) kurması, müzecilik tarihinde toplumun kültürel yapısına sahip çıkmasını simgeleyen bir hareket olarak önem kazanmaktadır. Ortaçağ yapıtlarının değerlendirildiği ve 1795'te Alexandre Lenoir'ın başlattığı Fransız Anıtları Müzesi (Musée des Monuments Français), daha sonra 1816'da Louvre Müzesi'nin ortaçağ bölümünün kaynağını oluşturmuştur, Yine 1797'de Berlin'de "Aiser Friedrich Müzesi"adıyla kurulan Eski Müze ; 1824'te Londra'da Ulusal Galeri (National Gallery); 1830'da Münih'te Heykel Galerisi (Glyptothek); 1852'de St. Petersburg'da Ermitaj Müzesi; 1857'de Londra'da İmalatçılar Müzesi adıyla kurulan ve 1899da yeni binasına geçen Victoria ve Albert Müzesi; 1897'de gene Londra'da Tate Galerisi gibi özel koleksiyonların topluma açılmasıyla önce müzeler Avrupa'da yaygınlaşmış, daha sonra 19. ve 20. yy.da ABD'de gelişmiştir.
19. yy.ın ikinci yarısında ABD, sanat koleksiyonculuğu alanında önemli girişimlerde bulunmuştur, James Jackson Jarves (1818-8) 30 yıla yakın yaşadığı Floransa'da 1851'den başlayarak, daha sonra Yale Üniversitesi'nin Yale Sanat Okulu'na bağışladığı koleksiyonunu oluşturmuş; Thomas Jefferson Bryan (1803-0) 1853'ten önce topladığı koleksiyonunu 1867'de New York Tarih Kurumu'na bağışlamıştır. Charles Eliot Norton'ın koleksiyonu ölümünden bir yıl sonra 1924'te Boston'da halka açılmıştır. Henry Walters, Andrew Mellon, Samuel H. Kress, J. Pierpont Morgan, Benjamin Altman, Henry Clay Frick, Joseph E. Widener ve John G. Johnson, oluşturdukları koleksiyonları müzelere bağışlayarak ya da müzeler kurarak, müzeciliğin Yenidünya'da yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Uzakdoğu ülkelerinin ve Afrika'daki yerli toplulukların sanatlarına duyulan ilgi birçok yeni koleksiyoneri bu alanlarda araştırma yapmaya yöneltmiş; deniz yoluyla Japonya ve Çin'den getirilen resim, baskı, heykel, seramik ve değerli nesneler koleksiyonlara girmiştir. Massachusetts eyaletinin Salem kentindeki Peabody Müzesi, 1800'den başlayarak gemiyle adalardan ve Uzakdoğudan taşınan değerli nesnelerin oluşturduğu ilk koleksiyonlardan biri olmuştur. Charles Lang Freer, ailesi ve kendisi tarafından toplanmış büyük bir koleksiyonu 1900'da Smithsonian Institution'ın bir şubesi olan Freer Galerisi'nde halka açmıştır. Modern sanatla ilgili koleksiyonları oluşturan birkaç kişi bu alanda önemli girişimlerde bulunmuşlar; Paul Durand-Ruel (1831-922) ve Ambroise Vollard (1865-939) gibi iki galerici, Gertrude ve kardeşi Lee Stein ve Dr. Albert C. Barnes, Avrupalı çağdaş sanatçıların yapıtlarını Amerika'da tanıtmışlardır. Walter P. Chrysler, Jr., Stephen Clark, Nelson Rockefeller, Norton Simon, Peggy Guggenheim gibi koleksiyoncular, koleksiyonlarıyla Amerikan müzeciliğini zenginleştirmişlerdir.
Koruma
Müzeler, satın alma ve bağış yoluyla oluşturdukları koleksiyonlarındaki yapıtların fiziksel ve kimyasal bütünlüğü değişmeden yaşam süreçlerinin uzatılması için önlemler alırlar. Korunmaya alınan bu yapıtlar, gerektiğinde onarım görürler. Nesnelerin kendi bozulma özelliklerine ve dış etkenlerin cins, şiddet ve süresine bağlı olarak yıpranan yapıtların bozulmalarını durdurmak ya da yavaşlatmak için maddenin özellikleri ve onu etkileyen koşullar saptanır. Nesneleri, organik, metal ve alaşımları, silisli ve benzerleri, yağlıboya ve benzerleri olarak gruplandırmak, yapısal durumlarını radyografi, gammagrafi, infrared, spektografi gibi görsel ve mikrokimyasal yöntemlerle belirlemek gerekir. Bozulmaya neden olan başlıca dış etkenler atmosferden kaynaklanan iklim koşulları, mikroorganizmalar, küf, böcek, insan ve ışıktır. Bağıl nem, hava kirliliği ve toz gibi atmosfer koşullarının, yapıtların yıpranmasında payı büyüktür. Müzelerde % 50-55'i geçmemesi gereken bağıl nem, belli sıcaklıktaki havada bulunan su miktarıyla aynı oylumdaki (hacim) havanın aynı sıcaklıkta alabileceği en fazla su miktarı arasındaki bağıntıdır. Müzelerde sıcaklık farklarının fazla olmaması, sıcaklığın 18-0 C derecede tutulmasıyla yapıtların genleşip çatlamaları önlenir. Ancak, sanat yapıtlarının ve değerli nesnelerin yıpranmasına neden olan en büyük etken ışıktır. Morötesi ve kızılaltı gibi ışınlarla yapıtların renklerinin solması, verniklerin renklerini kaybetmeleri, nesnenin kimyasal değişime uğraması, zayıflayan liflerin parçalanması doğaldır. Bu nedenle doğrudan gün ışığının zararlarını önleyebilecek bir müze yapısı ve düzenlemesi önem kazanmaktadır. Müzelerde perdeleme, yarı saydam pencerelerle, yansıtıcı kepenklerle ve Pleksiglas UF3, Lucite ARUF3 gibi ışık filtre eden filmlerle önlemler alınmakta, yapay ışık özenle ve kısa sürelerle kullanılmaktadır. Yapıtların üstüne düşen ışığın şiddeti kadar, ışığın yapıtlar üstünde kalış süresinin ve yüzey üstündeki dağılımının da denetlenmesi gerekmektedir.
Sergileme
Müzeler, koleksiyonlarını kesin bir amaç doğrultusunda belli bir düzen içinde tanıtırlar. Sergide sanat yapıtlarının değeri tek tek ortaya koyulduğu kadar, koleksiyonun bütünlüğü içindeki yeri de vurgulanmalıdır. Müzelerde sürekli koleksiyon sergilerinin yanı sıra, halkın müzelere gelmesi için retrospektif, yarışmalı, özel koleksiyon, konulu ve yeni araştırma sergileriyle başka müzelerden kaynaklanmış sergiler de düzenlenir. Sergi düzenlemesinde yapıtların gösterilme amacı kadar yapıtların birbiriyle ve mekânla olan ilişkileri de dikkate alınır.
Eğitim
Müzeler, koleksiyonlarındaki yapıtlarla nesnelerin anlam ve değerlerinin topluma aktarılmasını amaçlayan etkinlikler yüklenmişlerdir. Yapıtlarla ilgili tüm bilgilerin yazılı, görsel ve işitsel yöntemlerle belgelenmesi sonucu müze arşivi oluşturulur. Müzeler, arşivleri aracılığıyla koleksiyonları ve sanatçılar hakkında bilgi vererek bilgi aktarımı yaptıkları gibi, izleyicilerin yaratıcılığını, hayal ve düşünsel karşılaştırma gücünü de geliştirmeyi amaçlarlar. Müzelerdeki eğitim programları, yaygın halk eğitimi, gençliğe yönelik eğitim ve meslek eğitimi olarak geliştirilmiştir. Müze içinde ve dışında yazılı, sözlü ve rehberli gezilerle sergileri destekleyen eğitim programları yürütülür.
Müzeler, koleksiyonlarının ilgi alanlarına göre sanat/tarih, sanat, tarih, bilim ve öteki müzeler olarak gruplandırılır:
1) Sanat/tarih müzeleri; uygarlık tarihini yansıtan, tarihsel olduğu kadar kültürel ve sanatsal birikimleri içeren geniş kapsamlı müzelerdir (ör. İstanbul Arkeoloji Müzeleri). Bunlar, arkeoloji, etnografya ve halk sanatı müzeleri olarak kendi içinde de gruplandırılır.
2) Sanat müzeleri; sanat yapıtlarını koleksiyonlarında toplamış müzelerdir. Bunlar ulusal, yöresel, dönemsel (periyodik) , teknik ve gereçlere dayanan sanat müzeleri ve sanatçı müzeleri olarak ayrılabilir. Ulusal ya da yöresel sanat müzeleri belli bir toplumun olduğu kadar, toplumların da sanat birikimlerini içerir. Dönemsel sanat müzeleri, koleksiyonlarını belirli bir akımın ya da dönemin sanatında yoğunlaştırır. Teknik ve gereçlere dayanan sanat müzeleriyse belli teknik ve gereçlerin kullanılarak üretildiği sanat yapıtlarını toplar (ör. İstanbul Halı Müzesi), Sanatçı müzeleri, İspanya'daki Picasso Müzesi gibi, ünlü bir sanatçının yapıtlarından oluşan koleksiyonlara sahip olanlardır.
3) Tarih müzeleri; ülke, yöre, toplum, kişi, akım gibi tarihsel bir değere sahip gelişimi sistemli biçimde inceleyen, açıklayan yazılı ve görsel belgeleri koleksiyonlarında toplar (ör. İstanbul Tanzimat Müzesi).
4) Bilim müzeleri; İspanya'daki Geoligia Martorelli'de olduğu gibi, doğa ve fizik bilimlerinin incelendiği müzelerdir. Bu tanımların dışında kalan ve özel konularda Yoğunlaşmış müzeler ayrı bir grup altında toplanmaktadır.
Müzeler ayrıca, devletin ya da yerel idarenin yönetimindeki resmi müzeler, eğitim kurumlarına bağlı eğitim müzeleri ya da özel kuruluş ve vakıflara ait özel müzeler olarak, yönetim biçimlerine göre sınıflandırılır. Resmi müzeler, devlet ve belediye müzeleri olarak etkinliklerini sürdürürler. Eğitim kurumlarına bağlı olan müzelerse genellikle eğitim kurumunun uzmanlık alanında gelişmişlerdir. Öte yandan özel müzeler bir şirket ya da vakıf olarak yasal haklara sahiptir; ancak kamu yararına kurulduklarından bazı bağışıklıklar kazanmışlardır. Müzeler birçok ülkede devletin bir kurumu tarafından denetlenir. Özel ve resmi müzelerin genellikle milli eğitim ya da kültür bakanlığı gibi bir devlet kuruluşu tarafından yönetildiği ya da denetlendiği müzecilik, en yaygın olanıdır. Azgelişmiş ülkelerde, devletçi (merkezi) bir müzecilik egemendir, bunun tam karşıtı olarak da, özel şirket niteliğindeki Amerikan müzeciliği izlenmektedir.
Müze Binası
Yaygın eğitim kurumu, kültür merkezi ve araştırma laboratuarı nitelikleriyle günümüz müzelerinin, koleksiyonlarındaki yapıtların korunduğu bir ortamın yanı sıra bu işlevlerin gerçekleştirilebileceği bir mimariye sahip olması gerekmektedir. Çağdaş müzecilik anlayışında, müzenin iç planlaması kadar konumu ve dış görünümü de önem kazanmıştır. Bu anlayış, geniş park alanları ve yeşil bölgeler içinde, ürkütücü ve kalabalık yüzey düzenlemeleri yerine, yalın ama görkemli, koruyucu bir kabuk niteliği taşıyan ve çok amaçlı işlerliği olan yapıları gerektirmektedir. Müze binası, toplumun kolaylıkla ulaşabileceği kalabalık kent merkezlerinde, kültür, sanat, spor, alışveriş gibi boş zamanları değerlendirme alanlarının çevrelerinde ya da toplu taşıtlarla ulaşılabilen yeşil ve ağaçlıklı yörelerde olabilir. Yeşil alanların doğal bir süzgeç gibi havayı zararlı gazlardan ve tozdan arıttığı, temiz bir ortamın ve yatay mimarinin gelişimine uygun geniş arazinin var olduğu ve yangın olasılığının azaldığı kırsal yöreler, yeni müze binaları için yeğlenen alanlardır. Ancak yeni incelemeler sonucu geliştirilen arıtıcı hava sistemleriyle donatılarak, ışık sorunları yeni düzenlemelerle çözülerek, gerekli koruyucu önlemleri dikkate alan uygulamalar yapılarak ve çevreleri ağaç ve yeşil alanlarla sınırlandırılarak kent merkezlerindeki eski ya da yeni binalar da müze binaları olarak düzenlenmektedir. Kültür düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde müzelerin kırsal yörelerde ve parklarda oluşturulmasına karşın, müze ziyaretlerinin alışkanlık kazanmadığı toplumlarda, bu tür yapıların yayaların kolaylıkla erişebileceği kent merkezlerinde yer alması yeğlenmektedir.
Müzeler, genellikle koleksiyonların toplanmış oldukları saraylarda kamulaştırılarak düzenlenmişlerdir. 19. ve 20. yy.ın başlarında müze mimarisinde, görkemli Yeni Klasikçilik akımı benimsenmiştir. Antik Yunan ve Roma mimarlıklarının etkisinde yapılan yeni müze binalarında bilimsel koruma önlemlerinden önce, yapının görkemli ve saygın görünümü önemsenmekteydi. Ancak bilimsel incelemeler ve değişen müzecilik anlayışı, müze mimarisinde bazı gerekli koşulları belirlemiş; müzeler, koruyucu ve eğitici işlevlerin gerçekleştirilebileceği binalarda düzenlenmeye başlamıştır. Tarihsel yapıların ve sarayların yeni müzecilik kavramı doğrultusunda düzenlenerek kullanılmaları giderek terk edilmiş, ama Avrupa'nın koleksiyonlarıyla tanınmış sanat tarihi müzeleri 20. yy. müzeciliğinin öngördüğü önlemlerin uygulanmasıyla varlıklarını sürdürmüşlerdir.