Sanat Dersi

Sanat Tarihi

Desenli Tepme Keçe Üretimi

Tepme keçe ürünleri desenli veya desensiz üretilmektedir. Desenli tepme keçe üretiminde desen hazırlama işlemi dışında uygulanan tüm işlemler desensiz çeşitleri ile aynı sırayı izlemektedir.

Desenli tepme keçe üretimi ön işlemler, keçeleştirme ve bitirme işlemleri olmak üzere üç aşamada tamamlanmaktadır.

Ön İşlemler

Yünün Hazırlanması

Ülkemizde koyunlar genellikle yılda Nisan, Temmuz veya Ağustos olmak üzere iki kez kırkılmaktadır. Keçe ustalarınca; keçe yapımı için ikinci yani Temmuz ve Ağustos aylarında kırkılan yünün, daha elverişli olduğu belirtilmektedir.

Kırkından önce veya kırkımdan sonra yıkanan yün elyafı keçe üreticisine temiz olarak getirilmektedir. Bu nedenle keçe yapım atölyelerine ulaşan yüne uygulanan ilk işlem, yünün kalitesi veya rengine göre ayrılmasıdır. Bu seçim veya ayrım işlemi genellikle gençler veya yaşlılar tarafından yapılmaktadır.

Renklerine ve kalitesine göre ayırma işlemi tamamlanmış yün lifleri terazi veya kantarda tartılarak ağırlığı belirlenir. Daha sonra üretimi planlanan keçenin çeşidine ve boyutlarına göre gerekli olan miktarda ayrılan elyafın atılması yani kabartılması işlemine geçilir.

Devamını oku

Tepme Keçe Yapımında Kullanılan Araçlar

Tepme keçecilik sanatında yakın zamana kadar basit el araçları kullanılmıştır. Teknolojik gelişmelerin tepme keçecilik alanına getirdiği yenilik hallaç makinaları ile keçe tepme makinaları olmuştur.

Günümüzde tepme keçe atölyelerinde kullanılan araçlar şu şekilde sıralanabilir:

Yay ve Tokmak

Hallaç makinalarından önce yünün atılması işleminde kullanılan temel araçlardan birisidir. "Yay; Dut ağacı dalının yaş iken U biçimine yakın duruma getirilmesi ve iki ucu arasına hayvan bağırsağından yapılan ve kiriş adı verilen bir ipliğin gerilmesi ile elde edilir. Mucidinin Hallac-ı Mansur olduğu söylenilen bu aracın annep ağacından yapılmış bir de tokmağı vardır. Tokmak yaya vurulmak suretiyle yünün kabartılması (atılması) sağlanır". İnsan gücü ile kullanılan yay ve tokmak su gün yerini hallaç makinalarına bırakmasından dolayı yünün atlıması işlemi daha kısa sürede ve seri şekilde gerçekleştirilmektedir.

Kalıp

Desenli ve desensiz keçe yüzeylerin elde edilmesinde kullanılan, değişik boyutları bulunan, hasır örtülerdir.

Kalıpleş veya Kalıpgeç

Devamını oku

Tepme Keçe Yapımında Kullanılan Hammaddeler

Tepme keçe yapımında aranan temel özellik, üretimlerinde kullanılan elyafın keçeleşme niteliğinin yüksek olmasıdır. Tekstil hammaddeleri içerisinde yün elyafı; en yüksek keçeleşme özelliğine sahip olmasından dolayı söz konusu ürünlerin yapımında tercih edilen hammaddedir.

Tekstil hammaddeleri arasında değerini eski çağlardan beri korumuş olan yün ve benzeri hayvansal lifler, ait oldukları hayvanları dış etkilerden koruyan ve üstlerini örtü halinde kaplayan birer deri ürünüdür. Üstleri yün ve kıllarla kaplanmış olan birçok hayvan ırk ve çeşidi bulunmakla beraber, yün ve kıllardan tekstilde faydalanılabilen hayvansal maddeler sınırlıdır. Bunların arasında da ekonomik değeri ve çeşit zenginliği bakımından koyunlar başta gelmektedir.

Yün tekstil endüstrisinde kullanılan en eski hammadde olmasının yanında, gerek fiziksel ve kimyasal özellikleri bakamından, gerekse fizyoloji açısından diğer liflerde bulunmayan elastikiyet, ısıyı iyi izole etme, yüksek adsorbsiyon ve az ıslanma yeteneği, yüksek mukavemet, keçeleşme gibi üstün özelliklerini de sahip bir liftir.

Devamını oku

Keçenin Tanımı ve Keçeleşmenin Oluşumu

Tepme keçelerin temel hammaddesi deri ürünü hayvansal lif grubunda yer alan yün lifidir.

"Lifin incelik, uzunluk, dayanıklılık gibi fiziksel niteliklerden biri olan keçeleşme; merinos, kaba karışık yapağı, tiftik, deve yünü vb. deri ürünü hayvansal yani keratin yapılı liflerde görülür. Bu özellik ipekte, bitkisel, madensel ve yapma liflerde yoktur.

Keçeleşme; deri ürünü hayvansal liflerin örtü hücrelerinin birbirine çözümleyecek şekilde kenetlenmesiyle meydana gelir.

Diğer bir ifadeyle "deri ürünü hayvansal liflerin yüzey yapısından doğan ve bazı lif nitelikleriyle ilgili olarak değişik değer gösteren keçeleşme; PH, nem, ısı, basınç, hareket ve işlem süresi gibi bazı dış faktörlerden etkisi altında bulunur".

İlk keçeleşmenin nasıl oluştuğu konusunda çeşitli varsayımlara dayalı açıklamalar yapılmaktadır. Hyde (1988) "Fabric of History Wool" isimli makalesinde şapkacılar azizi olan St. Clement'ın uzun bir yolculuk sırasında sandaletlerin içine gevşek bir yün koyduğunu; nem, hareket ve sıcaklığın etkisi ile tesadüfen bulunduğunu belirtmektedir.

Devamını oku

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Tepme Keçecilik

13. yüzyıl sonlarında Eskişehir yöresinde küçük bir beylik olarak ortaya çıkan ve Asya, Avrupa, Afrika kıtalarında yayılarak bir dünya imparatorluğu durumuna gelen Osmanlı döneminde; "farklı kültürlerin sentezinden oluşan, üstün bir sanat anlayışına ulaşılmıştır. Böylece Türk Sanatında Klasik Dönem olarak bilinen dönem başlamıştır.

Selçuklular döneminde kurulan Ahilik teşkilatının; esnaf ve sanatkarlara yönelik olumlu çalışmaları; Osmanlı döneminde yerini Loncalara bırakmıştır. Loncalar, toplumsal yaşantıdaki sosyal ve ekonomik sorunların çözümlenmesinde rol oynamış ve çeşitli iş kollarında kendi gelenek ve görenekleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan debbağlar, kunduracılar, saraçlar, keçeciler gibi bir çok alanlarda uğraşı gösterenler loncalar arasında özel bir yere sahip olmuşlardır.

Nitekim bu dönemde Türk teknolojisini, toplumsal yapısını, siyasi ve ekonomik etkinliklerini ve sanatsal çalışmalarını ortaya koyması bakımından önemli bir yeri olan "Osmanlı Şenlikleri"nde çeşitli esnaf loncaları arasında keçecilere de yer verilmesi bu bilgileri tamamlamaktadır.

Devamını oku

Anadolu Selçukluları Döneminde Tepme Keçecilik

11. yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu'ya geçmeye başlayan Türk boyları, 1071'de Alparslan'ın Malazgirt'te Bizans ordularını yenmesinden sonra, kısa sürede Anadolu'ya egemen olmuşlardır.

Anadolu Selçuklu kültür ve sanatı Şamanizm, Maniheizm ve Budizm gibi inanç sistemlerinden İslam dinine geçişi gösteren ve maddi niteliklerden manevi niteliklere doğru değişen özelliklere sahip olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.

Devamını oku

Uygurlar Döneminde Tepme Keçecilik

Çin kaynaklarında Uygurların M.Ö. Dink - ling, M.S. 4. Yüzyıldan sonra ise T'ie-le adı verdikleri boylardan geldikleri belirtilmektedir. Bugünkü Moğolistan'da Selanga nehrinin doğu kıyısında, Göktürklere bağlı olarak yaşamış olan Uygurlar; 745'de Göktürklerin yerine Uygur Devleti'ni kurmuşlardır.

Türk boyları, Çince kao-ch'e denilen, dört tekerlekli kağnıları ile, sürülerini otlattıkları yaylalar ve surlar içindeki kışlıklar arasında göç etmişlerdir. Kubbeli veya kümbetli otağlar kışın surlar içine kurulmuştur. Surlar içine, ayrıca otağa benzer, ağaçtan köşklerde yapılmıştır. Yaz geldiğinde kerekü denilen ve katlanabilen otağ, kağnıya yüklenmiş halde veya kurulmuş durumda yaylalara göç edilmiştir. Bu göçlerde kağnı ile taşınabilen otağlar yanında; çok renkli keçeden, kilimden veya işlemeli kumaşlardan yapılmış örtüler; göçebe hayata uygun kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börkler, kemerler, süs eşyaları, at koşumları kağnılı boyların beraberinde bulunan önemli eşyaları arasında yer almıştır.

Devamını oku

Göktürkler Döneminde Tepme Keçecilik

Göktürkler; sanat yönünden zengin ve ileri düzeyde eserler vermiş olmalarına rağmen birçok soygun ve tahripler yüzünden zamanımıza çok az eser ulaşabilmiştir.

Tarihte ilk kez Türk adını kullanan Göktürkler'de; "Gök" adı o zamanki inanışlarına göre taptıkları "Gök Tanrı"dan gelir.

Nitekim Ögel'in belirttiği gibi "Göktürkler; mavi yani "gök rengi"ni bütün güzel duyguların, her türlü kutsallığın toplandığı renk olarak kabul etmişler, bu rengi çok sevmelerine rağmen ondan korkmuşlardır. Ancak bu korkuları saygı ile karışık olmuştur". Göktürklerin yukarıda sıralanan duygulara sahip olmaları; şüphesiz Gök Tanrı'ya inançlarından kaynaklanmıştır.

Diğer yandan Çin ve Bizans kaynaklarına göre; Göktürklerde mavi renk, semavi bir anlam taşıdığından dolayı Göktürklerin kubbeli otağları gök renginde keçelerle örtülmüştür.

Burada özellikle tepme keçe tekniği ile yapılan gök rengindeki örtüleri kutsallık sembolü olarak kullanılması; Göktürklerin keçe sanatına gösterdikleri önemi yansıtmaktadır.

Devamını oku

Hunlar Döneminde Tepme Keçecilik

Büyük Hun devletinin, Orta Asya kavimlerini ilk defa bir bayrak altında toplaması bakımından Türk kültür tarihi içerisinde büyük bir yeri ve önemi vardır. Aslında M.Ö. Birinci Bin'de Kuzey Çin'de görülen ve Çin kaynaklarında Hiyon-nu adı ile tanınan Asya Hunları; atlı bozkır kültürü içerisinde, belirli bir anlayış, örf ve adetleri ile yaşayan, geniş orta bölgelerde Türkçe konuşan en eski Türk topluluklarındandır.

Konar-göçer yaşayış içinde bulunan bu toplulukların en önemli ihtiyaçları, barınaklar olmuştur. Keregü, kerekü ve yurd adı verilen ve bir ahşap konstürksiyondan meydana getirilen yuvarlak planlı karkasın üzerine kalın keçe örtülülerle kaplanan bu çadırlar, eski çağlardan beri Türklerin en kutsal barınağı olmuşlardır.

Türk boyları çadırlarının dışında kullandıkları keçeleri aynı zamanda çadırlarının içini döşemede de kullanmışlardır. Çok renkli bezemelerle elde edilen keçeler ve özenle dokunmuş halı ve kilimlerle döşenen çadırın orta kısmı ocak için açık bırakılmıştır. Normal büyüklükte bir yurdu kaplayan keçe örtüler, yaklaşık 300 kg. yün ile elde edilmiştir. Yurdun bir köşesinde, sıcak durması ve fermantasyonu kolaylaştırması için keçe ile sarılmış bir kımız tulumu bulundurulmuştur.

Devamını oku

Tezhip

Kitapları süsleme, Osmanlılarda pek gelişmiş bir sanattı. Hattatlar tarafından yazılan el yazmaları, tezhipçilere (müzehhipler) verilir; bunlar her sayfayı yaldızlı çizgilerle çerçeveler, sayfa kenarlarını altın süs motifleriyle süslerlerdi. Bu çalışmanın, işçiliğin adı altınlamak anlamına gelen tezhip idi. Tezhipçiler, aynı zamanda birer minyatür ressamıydılar.

Tezhipler çoğu zaman, devrin üslûbuna göre yapılırdı. Bu tezhiplerde kullanılan süs motiflerine bakarak, Klasik devrin, Lâle Devri veya Barok Devri'nin eserleri kolayca ayırt edilir. Sanatın en yüksek noktasına vardığı Klasik Devirdeki tezhipler, devrin zevkine tamamıyla uygun bir şekilde yapılmıştır. Stilize edilmiş hayvan şekilleri, kıvrık dallar ve geometrik motifler, süslemenin özünü teşkil ediyordu.

Lâle Devri'nde tezhibin görünüşü de değişti. Soyut şekillerin yerini, çiçek motifleri aldı ve bu motifler daha az ağırbaşlı hale geldi. Bu değişiklik Sultan III. Ahmet devrinde (XVIII. yy. başı) daha belirli olarak görülür.

Devamını oku

Minyatür

Nakş adı verilen bu resimler bazen duvarları ve tavanları süslemekte de kullanılırdı. El yazmalarına ait resimler genellikle, ayrı bir kâğıt yapılıp kitabın boş sayfasına yapıştırılırdı. Doğrudan doğruya kitabın kâğıdı üstüne yapılmış olanları da vardır.

Son derece hassas ve melankolik olan Türk ressamları, güzeli batılı ressamlardan son derece farklı bir şekilde anlarlardı. Tabiatı en küçük ayrıntılarına kadar taklit etmekle beraber, şekilleri idealleştirirlerdi. Minyatürlerde gülen figürlere hemen hemen hiç rastlanmaz. Bir tablodaki kişiler, daha çok, bir hayal aleminde gibi görünür.

Devamını oku

Çini sanatı

Selçuklu çini sanatında önemli bir gelişme gösteren mozaik çini tekniği, Osmanlı devrinde etkisini kaybeder. Osmanlı sanatında, özellikle renkli sırların, motifi oluşturmak için kullanıldığı çok renkli sır tekniği, erken Osmanlı devrinde mükemmel örneklerini verir. Renkli sır tekniği, XVI. yy.'a kadar önemini korumuştur. Bu teknikte özellikle tatlı bir sarı ve yeşil ayırt edici renklerdir.

XVI. yy.'ın ortalarından itibaren Osmanlı çini sanatına, sır altı tekniği hakim olur. Şeffaf sırın altına uygulanan natüralist çiçekler ve hatayî grubu süslemelerin hakim olduğu görülür.Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri de, Anadolu'da minaî tekniğinde ilk denemeleri yapılan kırmızı rengin "kabarık mercan kırmızısı" olarak sır altına uygulanmasıdır. Firûze, koyu yeşil, mavi , lacivert, beyaz ve siyah gibi renklerin kullanıldığı bu muhteşem üslûp, XVI. yy.'ın sonlarından itibaren bozulmaya başlar. Kırmızı renk, zamanla kahverengiye dönüşür ve ortadan kalkar.

Devamını oku

Yeni Klasik Üslûp (1874-1930)

1861 yılında padişah olan Sultan Abdülaziz zamanında, mimarlık sanatı tam bir çöküntü görünümünde idi. O zamanlar itibarda olan Rum ve Ermeni mimarları, acayip ve Türk sanatına tamamen yabancı bir takım binalar yapmaktaydılar. Her yerde hiç bir üslûbu olmayan, zevksiz ve kaba yapılar yükselmekteydi. Gotik ve Barok karışımı bir üslûpla, Korent tarzı sütunlarla camiler, acayip süs motifleri olan çeşmeler, Avrupa mimari eserlerinden koya edilmiş süs motifleri görülmekteydi. Kısacası, Yunan sanatından Hint sanatına kadar gelmiş geçmiş bütün üslûplar, bu eserlerde birbirine karışmıştı.1871 yılında İstanbul'da Aksaray'da yapılan Valide Camii, bu tarzda bir eserdir.

Bu karışık üslûpta eserlerden ve fanteziden gözleri rahatsız olan birkaç mimar, o güne kadar modası geçmiş sayılan o hayran olunacak eserlere döndüler. O devrin kültüründe kendini göstermeye başlayan milliyetçi hareket, mimari ile de birleşti. Mimarların düşüncesine göre, Türk sanatında bir rönesans yaratmak için, eski ustalar tarafından yapılmış olan eserleri örnek almak yeterdi. Yeni klasik üslûp, işte böyle doğmuş oldu.

Almanya'da mimari öğrenimini yapmış olan Mimar Kemalettin ile, Paris'de okumuş olan Mimar Vedat klasik devrin eserlerinden ilham alan binalar yaptılar.

Devamını oku

Ampir Üslûp (1808-1874)

Fransa ve Almanya'daki Ampir üslûbundan oldukça farklı olan bu üslubun, Türklere has bir karakteri vardır ve Avrupa Ampir üslûbunda kullanılan stilize edilmiş hayvan figürleri Türk Ampir üslûbunda hiç bir zaman kullanılmamıştır.

Sultan II. Mahmut Türbesi, Cevrî Kalfa Okulu, Topkapı Sarayı'ndaki bir kaç pavyon hep bu üslûpla yapılmıştır. Fakat, Ortaköy Camii ile 1853 yılında Ermeni mimar Karabet Bal- yan tarafından yapılan Dolmabahçe Sarayı, Barok ve Ampir karışımım bir üslûpla inşa edilmiştir.

Devamını oku

Barok Üslûbu (1730-1808)

Onsekizinci yüzyılın ilk yirmi beş yılında, Avrupa ile ilişkiler Fransa'dan getirilen eşya ve Anadolu'yu görmeye gelen sanatçılar, Türklerin zevklerinde büyük değişikliğe sebep oldu. O zamana kadar, Avrupa'daki Rönesans hareketinden uzak kalmış olan Türk sanatı bundan etkilenmeğe başladı. Binalarda ve sanat eşyalarında, birtakım Rönesans şekilleri ve motifleri görülmeğe başladı. Klasik şekillerden uzaklaşıldı; hem mukarnaslar ve Mimar Sinan okulunun alışılmış şekilleri, ham de Lâle motifleri terk edilerek sanata Barok bir üslûp hakim oldu. Fakat bu üslûp Batı barok'undan farklıydı. Türk sanatçıları bu üslûbu kendilerine göre yorumlamışlardı.

Bu üslûp, XIX. yy.'ın sonuna kadar devam etti. Osmanlı mimarisi karakterini değiştirdi. Avrupa'daki sanat hareketlerini izleyen Simon, Komianos Kör Yani gibi İtalyan, Yunan ve Ermeni mimarlar, klasik okulun eski ustalarının yerini almışlardı

Devamını oku